FRİGLER

Yazan  Erhan Altunay

Bu yazı Erhan Altunay'ın mükemmel yeni sitesi Anadolu Mitoloji Sitesi'nden alınmıştır. 

KONUYLA İLGİLİ DİĞER YAZILAR:

Hititler

Urartu Uygarlığı

Anadolu.


Anadolu Uygarlıkları içinde en ilginç olanlarından biri ve Yunan Uygarlığını en çok etkileyeni Frigler’dir diyebiliriz.

Frigler Anadolu’da Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar arasında kalan bölgede yaşamışlardır. Bu bölgelerde Yunan toplulukları ile karşılaşan Frigler Yunanlılar tarafından bu coğrafyanın yerli halkı olarak görülmüşlerdir.

Aslında Yunan Uygarlığı Anadolu’dan aldığı her etkileşimi Frigler’e bağlamıştır, çünkü Yunanlılara göre en eski halk Frigler’dir. Herodotos bunu şöyle anlatır:

"Mısırlılar, Psammetikos zamanından önce, kendilerini dünyanın ilk insanları sayıyorlardı. Ama gün gelip de Psammetikos krallığı ele alınca ve ilk insanların kimler olduğu merakına düşünce, işte o günden sonra diyorum, kendilerini gene bütün öbürlerinin en eskisi saymakla birlikte, Phrygia’lıların kendilerinden de eski oldukları kanısına geldiler. Psammetikos, soruşturmalarına rağmen, dünyaya gelen ilk insanların kimler olduğunu öğrenemeyince şu çareye başvurdu: Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk verdi, bunlar ağıla konacak ve şöyle büyütülecekti; çoban, belli saatte keçileri alıp yanlarına götürecek, süt içirip iyice doyuracak, sonra da kendi işlerine bakacaktı. Psammetikos’un böyle yapmasının nedeni, çocukların viyaklamalar çağını aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamaktı; gerçekten de öyle oldu. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban, kapıyı açıp içeri girdi, önünde diz üstü oturan iki çocuk, ellerini uzatarak, «Bekos» diye bağırdılar. Çoban bu sözü ilk duyduğunda bir şey demedi, ama daha sonra da her gelişinde aynı sözü işitince efendisine haber verdi ve isteği üzerine çocukları kendi görsün diye aldı ona götürdü. Psammetikos kendi kulağı ile de duyduktan sonra, herhangi bir şeye bekos adını vermiş olan insanların kimler olduklarını aramaya koyuldu; araya taraya Phrygia’lıların ekmeğe bekos dediklerini öğrendi. Böylece ve bu ipucuna tutunarak Mısırlılar Phrygia’lıların kendilerinden daha eski olduklarını itiraf ettiler.” (II,2)

Zaten eski Yunan’a ait ezoterik öykülerde, çok eski zamanlarda geçtiğinin belirtilmesi için kahraman efsanevi Frig kralı Midas olmaktadır. Böylece Midas öyküleri eski masallar gibi kulaktan kulağa yayılmıştır.

Frig kültürü Yunan ve Roma uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.

Friglerin yaşadığı bölge İS beşinci yüzyıla kadar da Roma kaynakarında Phrygia olarak anılmıştır.

FRIGLER’İN TARİHİ

Akurgal’a göre Frigler "MÖ 1190 sıralarında Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasal topluluk olarak MÖ 750’den sonra ortaya çıkmıştır. [...] Hint-Avrupa kökenli oldukları hale kısa bir sürede Anadolulaşmışlar, ve bir yandan Hellen öbür yandan Geç Hitit etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün ve Anadolulu bir kültür oluşturmuşlardır.

Umar’a göre ise "Frigler, bir çok kanıta göre, Hitit İmparatorluğunu yıkan Trak sürüleriyle hısımlığı olan bir halktı."

Frigler hakkında genel görüş bu yönde olmakla birlikte kökenleri tartışmalıdır. Ancak bizim de kabul edeceğimiz görüş Friglerin Trak kökenli oldukları yolundaki görüştür.

Trak kabileleri, bizim bugünkü Trakya’ya adını vermiş olan kabilelerdir. Bu halkın kökeni de tartışmalıdır.

Erzen’e göre (bkz. Kaynakça)“tarihte Traklar olarak bilinen halkın memlekete göç suretiyle gelmelerinden çok önce , çok daha seyrek de olsa , ülkenin yerli bir halk tarafından iskan edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. En eski halkın ırk durumu hakkında fazla bilgimiz yoktur. Aynı zamanda eski yerli halkın ülkeye gelen göçmen Traklara karışması hakkında da bilgilerimiz az ve yetersizdir. Bize kadar gelen belgelere göre Traklar geç antik devre kadar Kuzey Avrupa ırk tipinin oldukça kuvvetli bir temsilcisidir."

Trakların Kuzey Avrupa ile dil alanında da ilgileri vardır. Trak dili ve Frig dili Hint-Avrupa dil ailesi içince Satem grubuna aittirler.

Daha kesin olmamakla birlikte Friglerin Keltlerle akraba oldukları ve ezoterik mirası ortak paylaştıkları akla gelmektedir.

Hitit İmparatorluğu yıkılışa geçtiği yıllarda Anadolu kuzeydoğudan Kafkaslar, batıdan da boğazlar üzerinden gelen birtakım göçmenlerin etkisine girmeye başlamıştı. Doğudan gelenlere Muşki deniliyordu ve Elazığ yöresine yerleşmişlerdi. Batıdan gelenler ise Brig adını taşıyorlardı.nbsp; Yavaş yavaş Orta Anadolu’ya geçen bu boylardan Frigler, Polatlı yöresine, daha doğrusu başkentleri olacak Gordion’a varmışlardı. Uzun bir karanlık dönemden sonra, MÖ sekizinci yüzyılda merkezi bir krallık durumuna gelen Friglerin bu kavimlerin kaynaşmasından oluştuğu düşünülmektedir.

Bunlardan Muşkiler daha MÖ On ikinci yüzyıldan itibaren Asur belgelerinde yer almışlardır. Hatta efsanevi Midas’a kaynaklık etmiş olduğu düşünülen Mita adına da Hitit belgelerinde rastlanmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, ilk akınlarla Frig Krallığı kurulana kadar geçen süredir. Hitit İmparatorluğu yıkılırken Anadolu’da ilk varlık gösteren Muşkiler’dir. Ancak Frig devletinin ortaya çıkması daha çok zaman almıştır.

>

Sedat Alp, bunu şöyle açıklamaktadır : (Hitit Çağında Anadolu, bkz Kaynakça)

Asurlular Muški ülkesinin kralı Mita’dan haberdardı. Bunun Frig kralı Midas olduğu uzunca bir zamandan beri kabul edilmiştir. Bu eşitlikten ilk bakışta Frigya ile yalnız Asur kaynaklarından tanınan Muški ülkesinin aynı ülke oldukları akla gelse de, ilk kez Ekrem Akurgal’ın gösterdiği gibi Friglerin maddi kalıntılarına MÖ 8. yüzyıldan önce Anadolu’da rastlanmadığı ve ve Muški ülkesinin ise daha I. Tiglatpileser zamanında (tahminen MÖ 1112-1074) yukarı Dicle bölgesinde varlığını gösterdiği göz önünde tutulursa, Frigler ile Muškilerin aynı kavim olduklarını kabul etmek zordur. Olsa olsa Asurlular bunu yakıştırmış olabilirler. Asurlularon Friglerden söz etmemesi dikkat çekicidir. Belki de Friglerin siyasal açıdan Muškililer üzerinde etkili olmaları, onların Muškililer ile ilgilendirilmelerine neden olmuştur.“

Bu belirsizliğin nedeni kuşkusuz Anadolu’nun Hitit İmparatorluğunu da yıkan istilalardan sonra yaşadığı karanlık çağlardır. Bu devire “karanlık çağlar” adını vermemizin başlıca nedeni ise elimizde yeterli belge olmayışıdır. Bir başka nedeni ise siyasi birliğin kurulamamış olmasıdır.

Anadolu’da siyasi birlik ancak MÖ sekizinci yüzyılda kurulabilmiştir.

Bu dönem Asur kayıtlarında da Friglerele ilgili ifadelere rastlanmaktadır. MÖ 709 yılında II.Sargon’un bir yazıtında “benden önceki krallara boyun eğmeyen Mita” diye bir ifade vardır.

Asurlarla yapılan barış anlaşmasından sonra Asur kayıtlarında Muşki kralı Mita’nın adına rastlanmaz, ancak Frigya kralı Midas Yunan kaynaklarında görülmeye başlar. Bir başka deyişle MÖ yedinci yüzyıldan itibaren Friglerin Yunan halkları ile olan ilişkileri başlamış olur.

Daha öncede belirttiğimiz gibi Yunan kaynakları, kısıtlı tarih bilgileri bakımından yeterli olmayabilir, ancak şu an için en önemli detaylı kaynak oldukları için Frigler ile ilgili bilgilerimizin bir bölümünü bunlara dayandırmak zorundayız.

Yunan kaynakları Friglerin ilk kralının Gordios olduğunu ve Friglerin başkenti Gordion’un adını bu kraldan aldığını söyler. Bugün Polatlı yakınlarında kalıntıları bulunan bu şehrin adının kökeni daha önceki Anadolu dillerinden gelmesi ve bu ismin sonradan Hellenler tarafından uydurulmuş olması olasılığı yüksektir. Zaten Gordios ile ilgili Yunan Arrianos’un anlattıklarından başka da önemli bir kaynak yoktur.nbsp;

Friglerin efsanevi kralları ise Midas’tır. Midas’ın tek bir kişinin adı mı yoksa hükümdarlara verilen bir ad mı olduğu belli değildir, ancak Mita adının da hem Asur hem Hitit kaynaklarında varolması bu isimle en az bir kişinin hükümdarlık yaptığını doğrulamaktadır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Midas adı pek çok efsaneye karışmıştır. Bu efsaneler çok eski dönemleri anlatan Yunannbsp; efsaneleri olduğu gibi, gerçekten Anadolu kökenli de olabilirler.

Bu dönemde Frigya’nın bölgede gerçekten büyük bir güç olduğuna kuşku yoktur. Midas’ın efsanede her tuttuğunu altın yapması her ne kadar ezoterik bir motif olsa da kökenini bu dönemdeki Frigler’in zenginlikleri için anlatılanlardan almıştır. Midas’ın tahtını Delfoi’deki tapına adaması da bu tahtı gören Yunanlıları Frigya’nın zenginliği karşısında şaşırtmıştır.

Bu dönemde Yunan halkları ve Frigya arasındaki ilişkiler de yoğunlaşmıştır. Yunanların Frigya’yı en eski halk olarak görmesi de bu dönemde Yunan halklarının Anadolu kültürü ile Frigler vasıtası ile ilk olarak karşılaşmasından gelmektedir.

Ancak Frgilerin bu parlak günleri fazla sürmemiş ve Kimmer istilaları altında Frig Devleti tarihe karışmıştır.

Ancak Frigler ve Frig kültürü Anadolu’da Roma dönemine kadar yaşamış, ve Phrygia diye adlandırılan bu bölgede eski inançlar yaşamıştır.

 

FRIG DİLİ

Frigce Orta Anadolu’dan Kütahya’ya , kuzeyde Kastamonu’ya kadar yayılmıştı. Frgice dil olarak daha çok Makedonların atalarının diline benzemektedir. Yunanca ile benzerlikleri olsa da Makedonların atalarının dili ile olan benzerlik kadar değildir. Bu dilin kökeni hakkında daha ortak bir görüş birliğine varılabilmiş değildir. Bu dilin Hint-Avrupa kökenli olduğunu söyleyenlerin yanında yerli bir dil olduğunu da söyleyenler vardır. Frig dili İmparatorluğun yıkılmasıyla tarihe gömülmemiş, Roma zamanına dek dağlık bölgelerde kullanılmıştır.  Anadolu’da bir çok yerde rastlanan Frig yazısı ise daha tam olarak çözülebilmiş değildir.

 

FRİG İNANÇLARI

Frig inançları içinde en çok tanınmışı kuşkusuz ana tanrıça kültüdür. Yunanlıların Kybele olarak adlandırdıkları Frig ana tanrıçası aslında Anadolu’nun en eski tanrıçalarından biri olan Kubaba’dır.

Frigler Anadolu’ya geldiklerinde, kuşkusuz karanlık çağlar boyunca, buranın yerli kavimleriyle ilşkiye geçmiş ve bu kültü almışlardır.

Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan bir çok Kybele yontusu da bu kültün yaygınlığı hakkında fikir vermektedir.

Frig ana tanrıça figürlerinde ana tanrıçanın başında kulebiçimli bir taç gözükmektedir. Bu onun egemenliğini simgesi olarak yorumlanmaktadır.

Friglerce Kubile diye de adlandırılan ana tanrıçanın Frigce bir başka ismi de Agdistis’tir.

Tanrıça’nın en önemli tapınma yerlerinden biri bugün Sivrihisar’da bulunan Pessinus idi. Burada , büyük olasılıkla, bir meteor olan , gökten inen tanrıça idolünün bulunduğu yerdi. Çok uzun yıllar ana tanrıça tapımının merkezi olan bu yer Roma döneminde dahi önemini kaybetmemiş, Romalılar, Kartaca’ya karşı olan savaşı kazanabilmek için bu taşı MÖ 204 yılında Roma’ya götürmüşler ve bunu Magna Mater (Ulu ana)nbsp; diye adlandırmışlardır. Strabon (MÖ 64- MÖ 21) burayı ve buradaki kültü şöyle anlatır:

Pessinos dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi olup, büyük saygı gören Tanrılar Anasına ait tapınak buradadır. Ona Agdistis derler. Eski devirlerde rahipler aynı zamanda hükümdardı ve rahipliğin sağladığı nimetleri onlar biçiyorlardı. Fakat şimdi ticaret merkezi hâlâ ayakta durduğu halde rahiplerin yetkileri çok azalmıştır. Kutsal bölge, Attaloslar tarafından kutsal bir yere yakışacak şekilde, bir tapınak ve beyaz mermerlerden portikler ilave edilerek yapılmıştır. Romalılar […] Kybele’nin kehaneti doğrultusunda oradaki tanrıçanın heykelini almak üzere girişimde bulunarak tapınağı ünlü kılmışlardır. Kybele’nin ismini Kybeon dağından aldığı gibi, Dindimenê ülkesi de ismini üst tarafındaki Dindymon dağından almıştır. Yakınında Sangarios nehri akar; ve bu nehrin üzerinde eski Phrygialılara, Midas’a, hatta kendi devrinden önce yaşamış olan Gordias’a ve diğerlerine ait iskân kalıntılarına rastlanır, fakat bu izler kentlere ait olmayıp, büyükçe köyler niteliğindedir.”

Strabon tabii ki burayı kendi çağının görüş açısına göre anlatmıştır. Ancak daha sonra burada yapılan kazılar da Kybele tapınağını ve Roma kalıntılarını açığa çıkartmıştır.

Pessinus ana tanrıça için yapılmakta olan törenlere sahne olmakta, kendini ana tanrıçaya adayanların merkezi konumunda bulunmaktaydı. Erkekler burada kendilerini ana tanrıçaya adamak için erkeklik oraganlarını da kesmekteydiler.

Burada aynı zamanda Attis kültü törenleri de yapılmaktaydı. Anadolu’nun ana tanrıçası aynı zamanda toprak ana olduğundan bunu dölleyecek bir tanrıya ihtiyaç vardı. İşte Attis Kybele’yi dölleyen tanrı idi. Ancak bu tanrı yaz sonunda ölmekte ve böylece de doğa, tanrı ilkbaharda yeniden doğana dek uykuya yatmaktaydı. Mezopotamya inançlarında da görülen bu motif, Kybele kültü ile birlikte yaşamış ve Yunan mitolojisine de Adonis şeklinde geçmiştir. Bu kült aynı zamanda da bazı gizem kültlerine kaynaklık etmiştir. Bu kültler Anadolu’da Frig devletinin yıkılışından sonra da devam etmiştir.

Barnett, Attis efsanesinin çok ilginç bir yönüne dikkat çekmektedir: (Bkz Kaynakça)

Bir uyarlamaya göre, Agdistis, Pessinus kralının damadı yakışıklı Attis’e aşık olan, onu ve onun kentini yıkıma götüren, kendini hadım edip böylece dişi olan iki cinsiyetli bir canavar idi. […] Öykünün çok kısaltılmış, daha yumuşak bir uyarlaması, gençliğinin ve güzelliğinin baharında bir yaban domuzu avında öldürülen Attis’e Agdistis’in duyduğu aşkı anlatmaktadır. Fakat her yıl ilkbaharda, kendi kendini sakatlamayı içine alan coşkulu yas ritüelinin uygulayan inananların vasıtasıyla, Attis her yıl yeniden diriltilir ve böylece doğanın ölmüş kuvvetleri canlandırılırdı. Ritüel esnasında, heyecan öyle yüksek bir noktaya varırdı ki, tanrıçanın en ateşli inananları kendilerini tanrıça ve Attis’in şerefine hadım ederlerdi […] Tanrıçanın bu vahşi tapımı – ki onun uğruna yakışıklı aşığı acı çekmiş ve ölmüştür- erkenden batıya doğru İonia’ya süzülmüş, fakat daha yumuşak ve gerçekten daha romantik bir biçimde, Anadolu ile bağlantılı çeşitli Hellen mitoslarında yansımıştır. Bu mitoslarda, bir tanrıçanın aşık olduğu fakat bu aşkıyla ona talihsizlik getirdiği bir gencin teması ortaya çıkmaktadır.

Kybele ya da ana tanrıçaya ait kutsal yerlerin dağlarda ya da kayalıklarda olduğuna inanılmaktaydı. Anadolu’da bu amaçla yapılmış bir çok sunak yerine rastlanmıştır. Atrıca bu sunaklarda ve kayalarda Kybele heykelinin konulduğu nişlere de rastlanmaktadır.

Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Midas Şehri (Yazılıkaya) civarındaki sunaklardır. Buralarda kayalara oyulmuş sunaklar ve özellikle de basamaklarla çıkılan taht biçimindeki oymalar, buraların kült merkezleri olduğunu göstermektedir. Meşhur Midas anıtı da, içinde yazan “MATEP” (anne) yazısının gösterdiği gibi ana tanrıça kültünün önemli yerlerinden biridir.

Anadolu’nun başka yerlerinde de bu tip sunaklara rastlanmaktadır. Bunların bazılarında ise Frig yazısı da bulunmaktadır.

Frigler’de Ana Tanrıça tapımı dışında Güneş tanrısı Sabazios ve Ay tanrısı Men tapımları da vardı. Bunlardan Men’in özellikle eski Anadolu’nun Ay tanrısı ile ilişkisi olduğu düşünülebilir. Hatta bu tanrının omuzunda hilal ile gösterimleri de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu tanrıların Frigler tarafından daha sonradan benimsendiği de düşünülebilir.

Frigler’de bunların dışında da eski Anadolu inançlarının izlerine rastlamak olasıdır. Eski Anadolu inançlarında geçen hayvan motiflerine Frigler de de rastlanmaktadır. Pazarlı kazılarında ele geçen boğa ve arslan mücadelesini anlatan kaplama plakalar da bu konuda çok anlamlıdırlar.

FRİGLER’DE ÖLÜ GÖMME ADETLERİ

Frigler’de başlıca iki farklı ölü gömme adeti vardır. Soylular ve zenginler için uygulandığı düşünülen bu tür ölü gömmelerin Frigya’da uzun süre uygulandığı anlaşılmaktadır. Yoksul halkın ise gömüldüğü ya da yakıldığı düşünülmektedir. Ancak yoksul halka ait mezarlar daha yeterli sayıda bulunamadığı için bu konuda bir şey söylemek için erkendir.

Ölü gömme adetlerinin biri kaya mezarlarına gömme idi. Frig döneminden kalma bir çok kaya mezarlarına rastlanmıştır. Midas şehri yakınlarında ve Frig topraklarının büyük bölümünde kaya mezarlarına rastlanmıştır. Bazıları anıt-mezar şeklinde olan bu kaya mezarları ne yazık ki defineciler (hatta Romalıları da katarsak yüzyıllar boyu) ağır tahribata uğramışlardır.

Frigler’in en tanınmış ölü gömme adetleri ise tümülüsler yani tepe şeklinde yığma mezarlardır. Gordion’da ve Ankara’da sık olmak üzere diğer Frig şehirlerinde de rastlanılan tümülüs adetinin Frigler’e Trakya’dan geldiği düşünülmektedir. Ahşap mezar odasının üzerine toprak yığarak oluşturulan tümülüslerde çeşitli şekillerde yapılmışlardır.

Tümülüsler hakkında Sevin (bkz. Kaynakça), şöyle yazmaktadır:

Frygia tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap konstrüksiyonu ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerinde uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de , büyük bir olasılıkla batıdan, Yunanistan üzerinden gelen etkilerle yakılmaya başlanmıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülürdü. Mezar odasının üzerine yığılan tepenin yapımında bazı kurallara uyulması zorunluydu; aksi takdirde binlerce ton ağırlığındaki toprak yığınının ahşap mezar odasının üzerine yapacağı baskıyı önlemek olanaksızdı. […]Mezar odasının çatısı çatılıp, bunun üzerine taş ve toprak yığıldıktan sonra bir daha açılması olanaksızdı. Ancak tek tehlike mezar soyguncuları idi. Bu nedenle mezar odasının yer seçiminde dikkatli olmak gerekiyordu. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük tümülüslerde tam ortada, zirvenin tam altına gelen bölümdeydi. […] Alçak tümülüslerde, mezar odasının yerini gizleyebilmek esastı ve bu nedenle mezar odaları merkezden uzak yerlere yerleştirilirdi.”

En meşhur tümülüs kuşkusuz Midas Tümülüsü ya da diğer adıyla Büyük Tümülüs’tür. Burada yapılan kazılarda bronz ölü eşyaları, ahşap eserler ve bir çok arkeolojik eser bulunmuştur.

 

[Ana Sayfa ][Yazılar