Plotinus ve Kader
Hazırlayan
lar Cihan Başpınar ve Erhan Çora
Plotinus, Enneadlar (Dokuzluklar) adı altında topladığı yazılarının Üçüncü Dokuzluk bölümünde, Kader başlığını taşıyan Birinci makalesinde, kader konusunda kendi zamanında mevcut olan görüşlerin hepsini arka arkaya sıralayarak tasnif eder ve sonra da bu görüşlerin hepsini birer birer tartışarak çürütür. Plotinus’un bu makalesi, günümüzde kader konusunda mevcut olan tartışmaların Plotinus’un zamanında da mevcut olduğunu ve Plotinus’un bu konudaki görüşlerinin günümüzdekilere son derece yakın olduğunu göstermesi açısından gerçekten incelemeye değer bir çalışmadır. Biz bu yazıda, Plotinus’un yaptığı tasnifin modern düşüncede mevcut olan görüşlerle karşılaştırmalı olarak incelemeye ve Plotinus’un makalesi hakkında bir fikir vermeye çalıştık.
Aslında birçok felsefi görüşün adı sonradan konulduğu için, Plotinus bahsettiği felsefi görüşlerin isimlerini yazısında terimleştirmemiştir. Konuyu daha anlaşılır kılmak amacıyla, günümüz düşüncesinde bu görüşlere karşı düşen isimleri kullanmak suretiyle, doktrinleri aşağıdaki şekilde tasnif etmeyi uygun bulduk.
Kader konusundaki felsefi görüşler:
1. İndeterminizm
2. Determinizm
2.1 Materyalist Determinizm
2.2 Materyalist Olmayan Determinizm
Fatalizm
Metafizik görüş
Ruhun Varlığı ve Ölümsüzlüğü
Özgür İrade
Karma
Materyalist Determinizm
Bu düşünceyi ilk defa ortaya atan kişi Demokritos oldu. Demokritos’a göre, evren tamamen atom adı verilen partiküllerden oluşur ve evrendeki her şey bu partiküllerin hareketlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Demokritos’un Atom Teorisi, ya da Atomizm diye adlandırılan bu görüşün bir sonucu olarak ortaya çıkan Determinizm prensibine göre, fiziksel evrende her olayın bir sebebi vardır, her olay kendisinden sonra gelen başka bir olayın sebebi olur ve bu yüzden bütün olaylar, sebep sonuç ilişkileri ya da illiyet zincirleri şeklinde birbirini takip eder. Dolayısıyla eğer herhangi bir t0 anında, evrendeki bütün atomların koordinatları ve ilk hızları biliniyor olsa, bu verilerden hareket ederek, o andan itibaren gelecekte herhangi bir zaman süresi sonunda, evrende nelerin olup biteceği hesaplanabilecektir. Örneğin milyonlarca hesabı aynı anda ve son derece hızlı yapabilecek böyle bir süper bilgisayarın elimizde olduğunu farz edelim. Bu bilgisayara veri olarak t=0 anında evrende mevcut olan bütün madde partiküllerinin koordinatlarını ve hız vektörlerini girelim ve bilgisayarımızı çalıştıralım. Bu durumda bilgisayarımız, evrendeki bütün partiküllerin yörüngelerini teker teker hesaplayarak, gelecekteki herhangi bir anda evrenin durumunun ne olacağını ortaya çıkaracaktır. Hatta hesabı geçmişe doğru yaparak, t=0 anından herhangi bir süre önce evrendeki durumun ne olacağını da ortaya koyabilecektir. Doktrine göre canlıların davranışları dahi bu partiküllerin hareketlerinin bir sonucu olduğundan bu makineyle insanların geçmişlerinin ve geleceklerinin okunması da mümkün olacaktır. Böylece bilgisayarımız bir deterministik fal makinasına dönüşür. Elbette evrendeki bütün atomların yörüngelerini hesaplamaya kalkan bir bilgisayarın evrenin kendisi kadar büyük olması gerekebilir, o zaman da o bilgisayar zaten evrenin kendisi olacaktır. Böylesine ideal bir sınır duruma erişmek ütopik olsa da, günümüzde buna benzer Deterministik Fal Makineleri, çok daha sınırlı durumlar için kullanılmaktadır. Örneğin, Communications dergisinde çıkan şu yazıya bir göz atalım.
“NASA’da geliştirilen “Turbulent Air Simulation” (Karışık Hava Simülatörü) isimli bir bilgisayar programı sayesinde, kanatlar üzerinde biriken trilyonlarca miktardaki hava moleküllerinin uçağa belirli bir süratte vereceği yük ve değişim gözlemlenebiliyor. Kanatlar üzerinde biriken moleküller çok yoğun bir hal aldığında, sadece uçağın kanatlarına yük bindirmekle kalmayıp, sürat arttırıldığında uçağa takla attırabilecek veya savurabilecek güce de sahiptir. İşte böyle bir tehlikenin oluşumunu önceden görebilmek için yapılan uçak tasarımları, bu yazılımda uçuruluyor. Moleküllerin sayısının trilyonlara varması ve bu moleküllerin yapacakları olası hareketlerin hesaplanması, bilgisayarda yaklaşık 13 gigabyte gibi büyükçe bir yer tutuyor ve 13 gigabyte’lık bu bilgi yaklaşık bir saniyede hesaplanabiliyor.”
1Deterministik fal makinelerine ikinci bir örnek olarak da NASA’nın Sojourner projesi gösterilebilir. Bu projede, dünyadaki merkez tarafından uzaktan kumanda edilen bir robotun Mars üzerinde dolaştırılması planlanmıştı. Ancak Mars ile Dünya arasındaki uzaklık yüzünden radyo sinyallerinin Mars’dan Dünya’ya gelmesi 5 dakika almaktadır. Dolayısıyla Mars’daki robotun önüne bir engelin çıkması halinde, dünyadaki merkez bunu ancak 5 dakika sonra algılayabilir. Dünya’dan gönderilen önleyici kumandanın Mars’a varması da yine bir 5 dakika süreceğinden, toplam gecikme 10 dakikaya varır. Bu gecikme yüzünden, robotun önüne çıkan bir kayaya çarpması ya da bir çukura düşerek devrilmesi önlenemeyecektir. Bu zaman farkı sorununu çözebilmek için, NASA robotun çevresindeki arazinin dijital bir haritasını dünyadaki bilgisayarına yükledi ve bu harita yardımıyla bilgisayarında yarattığı sanal bir arazi üzerinde, Mars’daki robotun sanal bir ikiz kardeşini dolaştırdılar. Sanal robot gerçek robotla tamamen aynı hareketleri tekrarlamakta ve verilen kumandalara aynı tepkileri göstermekteydi ancak sanal robot dünyada olduğu için kumandaların etkisi hemen gözlenmekte ve Mars’daki kardeşinin 10 dakika sonra nasıl bir davranış göstereceğini önceden görebilme imkanını sağlamaktaydı. Böylece bu projede Sanal Gerçeklikli bir Deterministik Fal Makinesi kullanılmış olmaktadır.
O halde fiziksel evrenin en azından atom boyutlarına kadar olan bir aralıkta deterministik olduğunu kabul edebiliriz. Ancak fiziksel dünyadaki olaylara uygulanabilen determinizm ilkesinin fiziksel olmayan dünyaya ya da insanın ruh dünyasına uygulanabileceği şüphelidir. Plotinus da bu düşünceye, makalesinin 7. Bölümde, aynı gerekçelerle karşı çıkar. Ona göre bu düşüncede “Hiçbir şey Alın Yazısından kaçamaz, hiçbir şeyin engelleme ya da değiştirme gücü yoktur. ..... tek bir genel sebepten kaynaklanarak üzerimize saldıran böylesi kuvvetler, bize sürükledikleri yere gitmekten başka bir çare bırakmazlar. Bütün fikirlerimiz daha önceki bir sebepler zinciri tarafından belirlenecek; yaptıklarımız ise bu fikirler tarafından belirlenecektir; kişisel eylem sadece laftan ibaret kalır.
Eylemlerimiz bu sebepler tarafından önceden belirlendiği sürece, bizim aracı olmamız, özgürlüğümüzü kurtarmaya yetmez; yaşayan her şeye, kör dürtülerle yönetilen çocuklara, delilere ait olan şeylere bizler de tam olarak sahibizdir.”2 Dolayısıyla, iradenin özgürlüğünü izah edemediği için, bu düşünce geçersizdir.Plotinus bu görüş sahiplerinin iki ekol oluşturduklarını söyler. Birinci ekol, her şeyin bir tek prensibe bağlı olduğunu düşünenlerdir. Burada tek prensip olarak nitelendirilen şey, bütün deterministik zincirlerin başlangıcı olan, sebepsiz bir başlama noktasıdır. Böyle bir başlangıç noktasının varlığının kabul edilmesi, evrenin geçmişteki bir anda yoktan var edildiğinin kabul edilmesi demektir. Zincir o noktada başladığına göre, doğal olarak başlangıç noktasındaki olay sebepsiz olmak zorundadır. Çünkü eğer bir sebebi olsaydı, o nokta başlangıç noktası değil, deterministik zincirin üzerindeki her hangi bir nokta olacaktı. O halde sebepsiz olan bu başlangıç noktası, ya da Tek prensip aslında Tanrının evreni yarattığı andır ve o yüzden Tanrı ile özdeşleştirilir. Çünkü o anda bütün yaratılış tek bir noktada birlik içinde toplanmış bulunmaktadır. Günümüz biliminde, evrenin geçmiş zamandaki bir anda, büyük bir patlama ile (Big Bang) yoktan var olduğu yolundaki görüşleri destekleyen bulgular elde etmiştir. O halde Plotinus’un bahsettiği bu ekolün, günümüzde Büyük Patlama Teorisine karşı düştüğü, söylenebilir.
İkinci ekol ise böyle bir prensibin varlığını, dolayısıyla böyle bir birliği kabul etmez. Bu ise, evrenin başlangıçsız ve sonsuz olduğunu, yani ezeli ve ebedi olduğunu kabul etmek demektir. Gerçi Plotinus da evrenin bir başlangıcı olmadığına, ezeli ve ebedi olduğuna inanır, ancak onun görüşü materyalist olmaktan çok uzaktır. Plotinus’un bu konudaki görüşlerine ileride değineceğiz.
İndeterminizm
İlk defa M.Ö. 250 yıllarında Epikurus tarafından ortaya atılan bir görüştür. Epikür, çağdaşı olan Demokritos’un atom konusundaki görüşlerine katılıyordu. Ancak her şeyin önceden belirli olduğu bir evren fikri nedense onu rahatsız ettiğinden, atomların belirlenebilir hareketlerine bir belirsizlik faktörü eklemiştir. Ona göre atomlar, zaman zaman yörüngelerinin değişmesine sebep olan tesadüfi bir savrulma yapmaktadırlar. Bu yüzden de, evrende olan biten şeylerin önceden nasıl olacağını kestirmek imkansızdır. Her şey atomların tesadüfi hareketlerine bağlıdır. Epikür’ün bu görüşü, 20. yüzyılın kuantum elektrodinamiği fiziğinde Heisenberg tarafından ortaya atılan “Belirsizlik İlkesini” andırır. Heisenberg belirsizlik ilkesine göre, elektronların hem yerleri hem de hızları aynı anda belirlenemez. Ya yerlerini biliriz ama hızlarını bilemeyiz, ya da hızlarını biliriz ama yerlerini bilemeyiz. Bu belirsizlik ölçü aletlerinin yetersizliğinde değil doğrudan doğruya maddenin niteliğinden kaynaklanan ve dolayısıyla asla ortadan kaldırılamayacak olan bir belirsizliktir. Bu belirsizlik ilkesi yüzünden, atom boyutlarına kadar deterministik olan evren, atom altı boyutlarda deterministik olmaktan çıkar. Bu ilkenin kainatın görünümünü ne kadar köklü bir şekilde değiştirdiğini, Heinz R. Pagels, Kozmik Kod isimli eserinde şöyle açıklıyor:
“Atom-altı parçacıklar, Newton’un klasik fiziğinin verdiği tenis toplarının hareket yasalarına uymazlar. Onlar kuantum teorisinin verdiği tekinsiz hareket yasalarına uyarlar ve Richard Feynman’ın söylediği gibi “hepsi aynı şekilde çılgındır.
Temel gerçeklik özel görecelik ve kuantum mekaniği kurallarına tabi bir alanlar kümesidir, başka herşey bu alanların kuantum dinamiğinin bir sonucu olarak çıkarılır.
…… Kuanta alanının dönüşümü ve organizasyonu dışında maddi gerçeklik yoktur – olan hepsi budur. …… Madde fikri alan kavramında kaybolmakla kalmamış, alan kuantayı bulma olasılığını belirlemiştir. Her kuantum etkileşimi oluşunda Tanrı zar atmaktadır.Uzayın boş görünmesinin tek nedeni, tüm kuantanın bu büyük yaratılış ve yok edilişinin çok kısa süreler ve uzaklıklarda yer almasından ileri gelmektedir. Büyük uzaklıklarda boşluk sakin ve düzgün – bir jet uçağıyla yeterince yüksekten üzerinden uçarsak, oldukça düzgün görünen bir okyanus gibi – görünür. Fakat okyanusun yüzeyinde, küçük bir bot içinde, ona yakın olunca, deniz yüksek ve büyük dalgalarla dalgalanır durumda olabilir. Benzer şekilde, yakından bakarsak, boşluk da, kuantanın yaratılışı ve yok edilişiyle dalgalanır. Atomlar düzeyinde bakarken bile, kuantanın bu boşluk dalgalanmaları son derece küçük, fakat gözlemlenir durumdadır. Atomik enerji düzeylerinin ölçümü temelinde, fizikçiler boşluk dalgalanmalarının gerçekten mevcut olduğunu ve eğer daha da küçük uzaklıklara bakabilselerdi, boşluğun tüm kuantanın çalkalanan bir denizi gibi görüneceğini bilirler. Yeni fizikçilerin görüşünde “doğa boşluğu hor görür” yerine “boşluk fiziğin tamamıdır” deniyor. Varolmuş olan veya varolabilecek olan her şey halihazırda potansiyel olarak orada, uzayın hiçbir şeyliğindedir. Fizikçiler bu dikkate değer boşluk görüşüne
Heisenberg’in belirsizlik ilkesi ve anti-parçacıkların varlığını daha derin anlayarak geldiler. Belirsizlik ilişkisi, enerjinin sakınımı yasasının kuantanın hiçbir şeyden yaratılamayacağı anlamına geldiği tezinde bir kaçamak yaratmıştır. Kısa zaman aralıkları için hiçbir şeyden yaratılabilirler. Enerji hesabındaki hatalar boşluk denizindeki dalgalar gibidir. Bazı yerlerde dalgalar daha yüksektir, bazı yerlerde daha alçaktır, fakat ortalamaları yüksekten gördüğümüz şey – düzgün bir deniz – olur. Enerji hesapçımızın yaptığı rasgele hatalar gerçekliğin istatistiksel doğasının ve zar atan Tanrı’nın bir başka gösterisidir. Boşluk olmak ve olmamak arasında rasgele dalgalanır.Kısa zaman aralıkları için enerji belirsiz olduğundan, ilke olarak, bir kuantum boş uzayda oluşup sonra da çabukça ortadan kaybolabilir. Gerçekliğin için giren ve sonra dışına çıkan bu tür kuantum sanal kuantum olarak adlandırılır. Ancak yeterli enerjisi olsaydı gerçek bir kuantum, gerçek bir parçacık haline gelebilirdi. Bu sanal kuanta, enerji hesapçısının yaptığı hatalara benzer. Bunların bir sanal gerçekliği vardır, fakat sonunda silinmek zorundadır. Eğer boşluğa gerekli enerjiyi bir dış kaynaktan sağlayabilseydik, o zaman boşluk içindeki sanal parçacıklar gerçek olabilirdi. Bu durum enerji muhasebecisine, hesabında gerçek bir kredisi olduğunu ve gelir hatalarından birinin bir masraf hatası ile silinmek zorunda olmadığını söylemeye benzerdi. Bu sanal kuantadan gerçeğinin yaratılması süreci laboratuarda gerçekten gözlemlenmiştir.
Boşluğu gözde canlandırmanın bir diğer yolu, 3 boyutlu yatağı daha önce tanımlamış olduğumuz gibi bir kuantum alanının bir benzeri olarak düşünmektir. Yatağın yayları tüm uzayı kaplıyordu ve sonsuz derecede küçüktüler ve bir yayın titreşimi bir kuantum parçacığına karşılık geliyordu. Boşluğun hiçbir yayın titreşim yapmadığı yaylar kafesi – gerçek parçacıkların yokluğu – gibi düşünebiliriz. Ancak,
Heisenberg’in belirsizlik ilkesi nedeniyle, bir yayın kesin olarak hiçbir titreşimi olmadığından hiçbir zaman emin olamayız. Böylece yayların, aslında gerçek parçacıklara karşılık gelen düzeyin altında titreşim yapmalarına izin verilmektedir. Bu titreşimler sanal kuantaya – okyanustaki dalgalara – karşılık gelir. Bu titreşimlere gerçek enerji sağlayacak olsaydık, gerçek parçacıklar olma düzeyine kadar artabilirlerdi. Boşluk her olası kuantum titreşimleriyle doludur.”3Görüldüğü gibi
Heisenberg belirsizlik ilkesi, evrenin görünümünü köklü bir şekilde değiştirmiştir. Artık atom altı boyutlardaki evreni, mutlak anlamda deterministik bir ortam olarak algılamak mümkün değildir. Aksine Tanrı’nın sürekli olarak zar attığı, boşluğun sanal kuantalarının gerçek partiküller halinde kah görünüp kah kaybolmalarına sebep olan ve kuantum dalgalanmaları denilen o süreçle sürekli olarak çalkalanıp duran bir evren denizi söz konusudur. Gerçekliğin bu görünümü, Epikür’ün tezine ne kadar da benzemektedir. Felsefesini ortaya atmasından yüzlerce yıl sonra Epikür haklı çıkmışa benziyor. Ancak bu evren görüşünün, yalnızca fiziksel evren ve yalnızca atom altı boyutlar için geçerli olduğunun unutulmaması gerekir.Fiziksel evrenin böylesine rasgele ve tesadüfi olması, her hangi bir yaratıcının mevcut olmadığı sonucuna götürür. Bu yüzden Plotinus indeterminizm doktrinine makalesinin 3. Bölümünde karşı çıkar ve buna gerekçe olarak başlıca iki sebep gösterir. Birinci sebebe göre, eğer her şey atomların tesadüfi hareketlerinden oluşan kuralsız bir kaostan ibaret olsaydı, bu kaostan mükemmel bir düzene sahip olan bir evren ortaya çıkamazdı. Oysa evrende tesadüfen ortaya çıkmış olması mümkün olmayan, bilinçli olarak tasarlandığı izlenimi veren bir düzen olduğu görülür. Thomas Paine bu konuda şöyle der: “
Tanrı’nın kudretini, bilgeliğini, cömertliğini ve bağışlayıcılığını mı görmek istiyoruz? Yaratılmış büyük alemin düzeni, görülmeyen bir düzene uygun şekilde evrenin yönetimi ve Tanrı’nın dünyaya bağışladığı nimetler bunu kanıtlamaya yeter.”4 Plotinus’da aynı düşünceyi başka kelimelerle ifade eder: “Atomlar ya da elementler - her iki halde de evreni ve içerdiklerini maddesel varlıklara teslim etmek, ve böylece sebep olunan düzensiz girdabın içinden, düzeni, muhakemeyi ve yönetici ruhu ortaya çıkmaya davet etmek saçmalıktır.”5Plotinus ikinci sebep olarak, İnsanın tamamen kendi iradesi ile yaptığı eylemlerin, insanın kendi dışındaki bazı unsurların tesadüfi hareketlerine bağlı olamayacağını ileri sürer:
“Bütün bu darbelere maruz kalan maddesel varlıklar, atomların getirecekleri her neyse ona boyun eğmek zorunda kalıyor olabilirler: ama herhangi bir insan, ruhun ya da zihnin eylem ya da hallerinin, herhangi bir atomsal hareketle izah edilebileceğini savunabilir mi? Aşağıya doğru düşerek çarpan ya da herhangi bir yönden içeriye savrulan bir atomun darbesinin, ruhu belirli ve gerekli olan muhakemelere veya dürtülere ya da gerekli olan ya da olmayan herhangi bir muhakemeye, dürtüye ya da düşünceye sevk edebileceğini nasıl düşünebiliriz?” 6
Fatalizm
Bu görüşe göre, gelecekte olacak her şey Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Bu kavram alın yazısı ya da ilahi takdir olarak isimlendirilir. Ancak Tanrı’nın belirlediği bu yazgı, insanlar tarafından ne bilinebilir ne de olacakların önüne geçilebilir. Kadere asla karşı konulamaz, ancak boyun eğilebilir. İnsanlar tarafından bilinemiyor olsa dahi, geleceğin Tanrı tarafından önceden kesin olarak tayin edilmiş olduğu gerçeği, bu doktrinin fiziksel evrenin ötesine geçen yani materyalist olmayan bir determinizm niteliği taşıdığı anlamına gelir.
Böyle bir görüşün doğru olduğu kabul edilirse, insanları kendi davranışlarından veya işlediği suçlardan sorumlu tutmak dahi mümkün olmayacaktır. Öyle ya, insan yalnızca Tanrı’nın kendisi için önceden planladığı şeyleri yapan bir kukla olduğuna göre, bir kuklayı yaptıklarından dolayı nasıl sorumlu tutabiliriz ki? Bu durumda adalet denilen şey tamamen iflas eder.
Plotinus da bu görüşe makalesinin 4. Bölümünde aynı gerekçelerle karşı çıkar. Ona göre: “Kollarımızın ve bacaklarımızın, akıl ve irade tarafından dikte edilen hareketlerini kadere atfetmek, mantıksız olurdu: bu olay, dışarıdaki bir şey hareketi bağışlarken başka bir şeyin de verileni kabul etmesi ve böylece harekete geçmesi olayı değildir; zihnin kendisi esas hareket
ettirendir.Benzer şekilde, evrensel sistem söz konusu olduğunda; eğer eylemi gerçekleştiren ve tecrübeye maruz kalan şeylerin hepsi tek bir maddeyi oluşturuyorsa, eğer geriye doğru sürekli olarak biri ötekinden önce vuku bulan bir sebepler dizisinin etkisi altında, bir şeyin başka bir şeyi ürettiği doğru değilse, o zaman, her şeyin bir sebepten dolayı meydana geldiği doğru değildir, katı bir birlikten başka bir şey yoktur. Biz “Biz” değilizdir: hiçbir şey bizim eylemimiz değildir; düşüncelerimiz kendimizin değildir; kararlarımız bizim dışımızdaki bir şeyin muhakemesidir; ayaklarımızı tekme atmak için kullandığımızda, onlar nasıl birer tekme atma vasıtasından ibaretse, bizde onlardan daha fazla bağımsız olmayan vasıtalarızdır.
Hayır; çeşitli şeylerin her biri ayrı bir şey olmalıdır; kendimize ait olan eylem ve düşüncelerimiz olmalıdır; her insan oğlunun yaptığı iyilikler ve kötülükler kendisinin olmalıdır; ve şurası gerçekten kesindir ki hiçbir kötülüğün suçunu Evrensel Bütünlüğün sorumluluğuna yükleyemeyiz.”7
Metafizik görüş
Kader konusundaki bütün görüşleri, iradenin özgürlüğü ile çeliştikleri için eleştiren Plotinus, makalesinin sonundaki 8. 9. ve 10. bölümlerde onu takip eden İlahi Takdir: Birinci Tez ve İlahi Takdir: İkinci Tez başlıklı makalelerde kader konusundaki kendi görüşünü savunur.
Ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü
Plotinus’a göre evrenin bir başlangıcı yoktur, ezeli ve ebedidir:
“Tabii ki, belli bir sürenin sonunda, daha önce mevcut olmayan bir Evrenin yoktan var olması, Tanrı tarafından yapılmış olan ve Evrenin yaratılmasını ve içinde mümkün olan her türlü mükemmeliyetin mevcut olmasını güvence altına alan bir öngörü ve bilinçli bir planın mevcut olduğu anlamına gelir – dolayısıyla, bundan kastedilen şey bir yol göstericiliğin ve kısmi bir
ilahi takdirin mevcudiyetidir. Ancak biz Evrenin varlığının ezeli ve ebedi olduğunu savunduğumuza ve herhangi bir başlangıcın varlığını kesin olarak reddettiğimize göre, sağlıklı ve uygun sıralı bir mantık yürütmenin sonucunda, Evrende hüküm süren ilahi takdiri, Tanrısal zeka ile evrensel bir uyumun sağlanması olarak izah etmek zorundayız, ki o Tanrısal zekayı, Kozmos zaman bakımından değil de türeme bakımından takip eder; tür olarak kendisinden önce var olan Tanrısal Zeka onun yalnızca kendisine örnek olarak aldığı Arşetipi ve Modeli teşkil ettiği için takip eder; ezeli ve ebedi olarak hep onu var eden ve varlığını sürdürmesini sağlayan Esası teşkil ettiği için takip eder.”8 Plotinus’a göre fiziksel evrenin üzerinde ezeli ve ebedi bir Tanrısal Evren (Entelektüel Prensip) vardır. Bu evren bir ve bütün olmanın mükemmelliğine sahip, parçalara ayrılmamış, arşetipsel ve model oluşturan bir evrendir. Aynı şekilde ezeli ve ebedi olan fiziksel evren ise, bu saf Mantık-Prensibinden türeyerek madde düzeyine iner.“O halde, Entelektüel Prensip, bozulmamış durgunluğu içinde, kendi haznesinden Maddeye nakletmek suretiyle, bu evreni var etmiştir: verdiği bu hediye de ondan dışarıya doğru akan Akıl-Formudur. Çünkü Entelektüel Prensibin türettiği şey Akıldır, ki Entelektüel Prensip varlıkların arasında yer almaya devam ettiği sürece kesilmeyecek olan bir türemedir.
Akıl-Prensibi, kimlikte yoğunlaşmış bulunan bütün parçaları ve nitelikleri, bir tohum içinde ihtiva eder; burada parçaların hiçbirinin öne çıkması (temayüz etmesi), hiçbir çatlak ses, hiçbir dahili engelleme yoktur; sonra hacim oluşturmak üzere dışarıya doğru bir fışkırma olur, parçalar birbirlerinden ayrılarak yükselirler ve organizmanın üyeleri hemen birbirlerinin yolunu kesip birbirlerini yıpratmaya başlarlar.
O halde bundan, yegane Entelektüel Prensipten ve ondan türeyen Akıl-Formundan, bizim Evrenimiz yükselir ve kısımlar geliştirir, ve birbiriyle uyumsuzluk ve savaşım içinde olan gruplarla tezat teşkil etmek üzere, birbirleriyle uyum ve yardımlaşma içinde olan gruplar da kaçınılmaz olarak oluşur; bazen bilinçli bir seçim bazen de olayların akışı sonucunda bu kısımlar birbirlerine karşı kötü davranışlar içine girerler; sebep olmayı tahribat takip eder...
Bu evren üst evren gibi Zeka ve Akıl değildir, ancak Zekaya ve Akla ortaktır: düzen verilmeye muhtaçtır çünkü İhtiyaç ve Tanrısal Aklın karşı karşıya geldikleri bir alandır – İhtiyaç daha aşağı bir seviyeye, aklın yokluğuna çeker, ki bu onun kendi karakteristiğidir, Entelektüel Prensip ise onun üzerinde egemen olarak kalır.” 9Maddesel evren ile yukarıdaki saf Tanrısal evren arasında ise yine ölümsüz olan ruhlar vardır.
“Yalnızca Entelektüel Küre (Tanrısal olan) Akıldır, ve Akıl olan Akıldan başka bir şey olmayan başka bir küre asla mevcut olamaz; öyle ki başka bir sistem olsa, birincisi kadar asil olamaz; Akıl olamaz: ancak böyle bir sistem tamamen madde de olamaz, ki tamamen düzensiz olandır, o halde karışık bir şey olmalıdır. Onun iki aşırı ucu, Madde ve Tanrısal Akıldır; yönetici prensibi ise Ruhtur,
ki bu ikisinin birleşme noktasının üzerinde kalır, ve bu süreçte rol oynamak yerine sadece var olma eylemi sayesinde sükunetle yönettiği düşünülür.” 10Maddesel evren ile yukarıdaki saf Tanrısal evren arasında ise yine ölümsüz olan ruhlar vardır.
“Ruhlar dünya mevcut olduğu için burada değillerdir: dünya oluşmadan önce, dünyaya ait olmayı, onunla ilgilenmeyi, onu önceden farz etmeyi, onu yönetmeyi içlerinde barındırıyorlardı: kendileri yukarda kalırken bazı türümler gerçekleştirerek, veya gerçekten aşağı inerek ya da bazıları yukarda nezaret ederken, diğerleri aşağıya inmek suretiyle her iki yolu da birlikte kullanarak, – hangi yöntemle olursa olsun, onu oluşturmak doğalarında vardı.”
11
Ruhlar ölümsüzdür ve bedenden bedene geçerler.
“Maddesel olmayan cennette her üye sonsuza kadar değişmeksizin kendisidir; evrenimizin gök kubbesinde ise, bütünün ömrü sonsuz iken ve bütün diğer daha asil ve daha tanrısal parçaları da aynı şekilde sonsuz bir ömre sahipken, ruhlar değişik şekillere girerek bedenden bedene geçip dururlar – ve gerektiği zaman, ruh doğum gerçeğinin dışına yükselecek ve bütün her şeyin Ruhu ile birlikte yaşayacaktır.”
12
Özgür İrade
Makalesinin 8. Bölümünde insan ruhunun kozmik ruhla olan ilişkisini belirtirken bedensiz ruhun özgürlük içinde bulunduğundan çünkü salt bir prensip olarak kendisi üzerinde egemen olduğundan bahseder. Fakat bu egemen prensip bir fizik beden bulduğunda ne olur? Artık egemenlik salt olan ruhun fizik olanla ilişkisine dönüşmez mi? Buna yüce Platon’un ruhun hatırlaması prensibiyle bir açıklama getirebiliriz ki, bu da bedenlenen prensibin bir bilinç haline sahip olması anlamına gelir. Salt prensiple kurulan her ilişki fizik alemde doğru eylemi ve doğru bilinç durumunu oluşturur. Salt prensipten (ruhtan) uzak her durum –ister zihinsel ister eylemsel olsun- karmik bir oluşumu da peşinden getirir. Bu darmadan, yani ruhun ilahi halinden kopuk her durumdur. Bu kozmik yasadan ayrı bir oluş içinde bulunmaktır ki bu ayrık durum beraberinde bunun telafisini getirecek bir etki tepki zincirini oluşturur. İşte karma kişiye ideal prensibi (Darma) hatırlatmak için karşılaşılan bu tepkilerin her biridir.
Eğer salt prensibin bir beden içindeki faaliyetlerinden söz edeceksek örnek olarak alacağımız kişinin belirli bir karmik bağa sahip olduğuna, aksi takdirde fizik alemde bulunması için bir sebep olmadığına dikkat çekmek gerekir. Hali hazırda kişide bulunan bu karmalar onun diğer kişilerden ayrı bir doğaya sahip olmasını sağlamakla birlikte kendinin sebep olduğu ayrı bir engeller zincirine de sebep olacaktır. Peki, burada özgür iradeden nasıl söz edebiliriz? Plotinus bu konuda şunları söyler:
“Ruhlarımızın eylemlerinde, sağlıklı bir aklın ışığında, kendi hareketleriyle yapılan şeylerin hepsi Ruhun kendi işidir, [Ruhun] kendi eylemlerinden alıkonuldukları zaman yapılan şeyler ise, çile çekmekten ibarettir. O halde, akılsızlık Ruhtan dolayı değildir, ve genel olarak – eğer Kaderden kastettiğimiz şey, kendi dışımızdan gelen bir yükümlülükse – bir eylem, akla aykırı olduğu zaman kadere bağlı
demektir.” 13Kaderin yaratıcısı yukarıda da belirtildiği gibi kozmik yasa dışındaki durumlardır (zihinsel ve eylemsel durumlar). Özgür iradenin işlevi ise bu durumların oluşmaması için koyulan dirençte yatar. Ya da karma ile oluşmuş durumların engellenmesinde ya da kırılmasında. Yüce Buddha‘nın da bahsettiği gibi gerçek özgürlük karmanın zincirinden kurtulmak ve ideal prensibe geri dönmektir. Eylemlerin ya da düşüncelerin esiri olmamaktır.
O halde Plotinus’un vardığı ana fikir, ruhun varlığı ve iradenin özgürlüğüdür. İrade özgürdür, ve insan yaptığı yanlış eylemlerden ne atomların tesadüfi hareketlerini, ne deterministik bir sebepler zincirini, ne de Tanrının önceden belirlemiş olduğu bir yazgıyı suçlamak hakkına sahip değildir. Herkes kendi eylemlerinden sorumludur.
Elbette ki çevremizdeki şartların hepsi bizim elimizde olan bir şey değildir. Ancak bu çevre şartlarının olumlu yönde değiştirebileceklerimizi değiştirmek için çaba sarf etmek, değiştiremediklerimize ise önceki yaşantılarımızdaki karmalarımızın bir sonucu olduğunu kabul ederek katlanmaya çalışmak yapabileceğimiz tek şeydir. Plotinus bu konuda şöyle der:
“
Bedensel yaratılışına boyun eğen bir Ruh, arzularından ve hiddetlerinden kaçamaz, fakirken alçak, zenginken küstah, güçlüyken ise keyfidir. Daha asil bir doğaya sahip olan bir ruh, çevresine rağmen iyiliğini muhafaza eder; kendisi değişmek yerine onları değiştirmeye daha büyük bir eğilim gösterir, öyle ki çoğu zaman çevresini düzeltir ve teslim olması gerektiği yerde de en azından masumiyetini muhafaza eder.” 14
Karma
Şimdi yukarda sözünü ettiğimiz karma kavramını biraz daha yakından inceleyelim. Karma kavramı etki tepki yasası olarak da isimlendirilir. Fizikteki etki tepki yasasını ve determinizm prensibini, metafizik dünyayı da kapsayacak şekilde genelleştiren bir kavramdır. Bilindiği gibi fizikteki etki tepki yasası, ya da Newton’un 3 yasası şöyledir:
“Her kuvvet, kendisine eşit ve ters bir kuvvet yaratır.” Ya da
“Başka bir cisme kuvvet uygulayan her cisim, kendisiyle aynı doğru çizgi üzerinde, büyüklük olarak eşit ve ters bir kuvvete maruz kalır.”Karma düşüncesine göre etki-tepki yasası ve sebep-sonuç ilişkisi (determinizm) yalnızca maddesel dünyada değil metafizik dünyada da geçerlidir. İyi eylemlerimiz bizi iyi sonuçlarla, kötü eylemlerimiz kötü sonuçlarla karşı karşıya bırakır. Plotinus, kader konusundaki görüşlerinin bir devamı olarak, ilahi takdir kavramını tartıştığı “İlahi Takdir: Birinci Etüt” başlıklı bölümde risalesinde şöyle diyor:
“Cevap şudur ki, doğrusu ruhlar bu Mantık-Prensibinin üyeleridirler ve Mantık-Prensibi onları yanlış yola sürüklemek suretiyle yaratılışa uydurmamıştır, yalnızca kendi niteliklerinden dolayı hak kazanmış oldukları bu yere yerleştirmiştir.
Ve dikkate alınması gereken şeyin şimdiki zamandan ibaret olmadığı, bundan biraz daha fazla bir şeylerinde var olduğu konusundaki herkesçe bilinen gözlemi de yabana atmamalıyız. Geçmişin dönemleri de, ve gelecektekiler de mevcuttur; mekanın değerini tespit eden bunlardır.
Dolayısıyla, bir zamanlar bir yönetici olan bir insan, gücünü istismar etmiş olduğundan ve geleceği için daha hayırlı olacağından köle kılınacaktır. Paralarını istismar etmiş olanlar fakir kılınacaklardır – ve iyiler için fakirlik hiçbir engel değildir. Gayrı adil olarak öldürmüş olanlar, katilin açısından gayrı adil olarak, ancak maktulün açısından adil olmak üzere, aynı şekilde öldürülürler, ve acı çekecek olanlar, hak edilen davranışı onlara uygulayacak olanların önüne atılırlar.
Bir insanın köle haline gelmesine sebep olan şey bir kaza değildir; hiç kimse şans eseri hapse düşmez; bedenlere yapılmış her zulüm kendi sonuçlarını doğurur. İnsan şu anda çektiğini bir zamanlar kendisi yapmıştır. Annesini öldüren bir kişi, bir kadın olacak ve bir oğlu tarafından öldürülecektir; Bir kadına kötü davranan bir erkek, kötü davranışlara maruz kalmak üzere bir kadın olarak doğacaktır.”
15Gerçi Plotinus “Karma” terimini kullanmaz. Ama söylediği diğer bütün filozofların söylediği şeyden farklı değildir. Aslında bütün dinler ve filozoflar tarih boyunca aynı şeyi söylemişlerdir. Felsefenin, Altın kural olarak isimlendirilen bu ana fikrini M.Ö. 500 yıllarında Konfüçyüs’ün bir öğrencisi olan Zigeng şöyle ifade eder:
“Başkalarının bana yapmasını istemediğimi, ben de başkalarına yapmam.”
16Milattan sonraki yıllarda yazılan İncil’in Matta bölümünde, Bap 7-1, 7-2 ve 7-12. ayetlerde şöyle diyor:
“İnsanların size nasıl davranmalarını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü ruhsal yasanın da, peygamberlerin de anlamı budur.”
17”Başkalarını yargılamayın ki, Tanrı da sizi yargılamasın. Çünkü hangi yargıyla yargılarsanız, onunla yargılanacaksınız. Hangi ölçüyle ölçerseniz aynı ölçüyle ölçüleceksiniz.”
18Hz Muhammed’in M.S. 600 yıllarında aynı ayetlere atıfta bulunarak şöyle söylediği rivayet edilir:
“İncil’de yazılıdır: Ne yaparsan onu bulursun, hangi ölçekle tartarsan o ölçekle tartılırsın.”
19Hz Muhammed, başka hadislerinde de şöyle buyurur:
“İçinizden hiçbiriniz, kendi nefsi için sevip dilediği şeyi mü’min kardeşi hakkında da sevip dilemedikçe mü’min olamaz.”20
“Kendin için neyi seviyorsan insanlar içinde onu sev, onu iste.“ 21
Aynı düşünce tasavvuf felsefesinde de vardır:
“Rüzgar eken fırtına biçer. Ne ekersen onu biçersin” atasözü bu gerçeği ifade eder.
Nihayet 18. yy.da Avrupa’da filozof Kant da aynı düşünceyi farklı kelimelerle ifade eder. Kant’ın doğru eylemi yanlış eylemden ayıran ünlü kriteri kendi kelimeleriyle aynen şöyledir:
“Yalnızca tek bir kategorik imperatif vardır, o da şudur: Daima yaptığınız eylemin aynı zamanda evrensel bir kural haline gelmesini de isteyecek şekilde davranın.”
22Başkasına yaptığınız bir eylemin evrensel bir kural haline gelmesini istemek, aynı eylemin herkes tarafından yapılmasını istemek demektir. Bu ise başkalarının da aynı şeyi size yapmasını istediğiniz anlamına gelir.
H. P. Blavatsky de bu gerçeği bir yazısında şöyle ifade etmiştir:
“Komşularımızın, bizim onları incitmek isteyeceğimizden daha fazla bizi incitmeye çalışmayacaklarının” doğru bilgisine ya da emin hükmüne sahip olsaydık, Dünyadaki kötülüğün üçte ikisi havaya karışarak kaybolup giderdi.”
23Kötü karmamızdan ancak aynı miktarda iyi karma üreterek kurtulabiliriz.
Hz Muhammed bir hadisinde şöyle der:
“
Bir kötülük yaparsan bari bir de iyilik et de kötülüğünü yok etsin.” 24Bunu yapmadıkça, eylemlerimizin karmik sonuçlarının, yalnız bu yaşantımızda değil gelecekteki diğer yaşamlarınızda da bizi takip etmeye devam edeceği savunulur. Çünkü ruh ölümsüzdür ve tekrar tekrar dünyaya gelmeye devam eder.
Blavatsky, Karma düşüncesini şu sözlerle ifade eder:
“Evet, hatta bu cezalandırma yedinci reenkarnasyona kadar dahi devam edebilir. Yani kısacası o kişinin, ahengin bu Ebedi Dünyasındaki en küçük atomda dahi çalkantı yaratmış olan olumsuz etkisi nihayet düzeltilinceye kadar… Çünkü Karma’nın yegane hükmü – ki ebedi ve değişmez bir hükümdür – Ruh dünyasında olduğu gibi, madde dünyasında da mutlak bir Ahengin devam etmesidir. O yüzden de, ödüllendiren ya da cezalandıran Karma değildir, o Ahengi sağlayan yasalara uyarak, doğa ile birlikte, doğa ile uyum içinde ve doğanın ile yan yana çalışıp çalışmadığımıza ya da bunu yapmak yerine yasaları çiğneyip çiğnemediğimize bağlı olarak kendi kendimizi ödüllendiren de cezalandıran da bizleriz… “
25Bu kuralı hayata geçirebilmek için insanları sevmek gerekir. Sevmenin sempati duymaktan ibaret olduğunu zannederiz. Oysa altın kuralı uygulayabilmek için Empati duymak da gerekir. Empati kişinin kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak düşünebilmesi demektir. Kişi herhangi bir eylem yapmadan önce, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak eyleminin sonuçlarını düşünmelidir.
Kaynaklar
Communication
Plotinus, The Enneads, çev. Stephen Mac Kenna, 3. B., London, Faber and Faber Limited, 1966, s. 158
Pagels, Heinz R., Kozmik Kod II, çev. Nezihe Bahar, 1. B., Istanbul, Sarmal Yayınevi, 1993, s. 91
Widgery, Alban G., Tarih Boyunca Büyük Öğretiler, çev. Gülçiçek Soytürk, 1. B., Milliyet Yayınları Ltd. Şti. 1971, s. 211
Plotinus, op. cit., s. 155
Plotinus, op. cit., s. 155
Plotinus, op. cit., s. 156
Plotinus, op. cit., s. 161
Plotinus, op. cit., s. 162
Plotinus, op. cit., s. 162
Plotinus, op. cit., s. 167
Plotinus, op. cit., s. 164
Plotinus, op. cit., s. 160
Plotinus, op. cit., s. 159
Plotinus, op. cit., s. 171
Cleary, Thomas, Konfüçyüs Düşüncesinin Temelleri, çev. Sibel Özbudun, 1.B., Ceylan Matbaası, 1997, s. 97
İncil, Istanbul, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, 1996, s. 14
Ibid.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Hz. Muhammed ve Hadisleri, Istanbul, Arkın Kitabevi, 1957, s. 140
Ibid.,
Ibid.
Popkin, Richard H. ve Stroll, Avrum, Philosophy Made Simple, USA, Doubleday & Company, Inc. 1956, s. 41
Blavatsky, Helena Petrovna, Karma, Sunrise dergisi, Nisan – Mayıs 1983
Gölpınarlı, Abdülbaki, op. cit., s. 77
Blavatsky, Helena Petrovna, op. cit.
[Ana Sayfa ][Yazılar]