Ezoterizm Nasıl Doğdu?
Derleyen: Thamos (Geometri)
Ezoterizm'in Gelişim ve Evrimi Üzerine Bir Kuram
Tüm topluluk üyelerine açık olan, ekzoterik "Erginlenme" yani "Geçiş Ritleri"nin üç temel aşamada gerçekleştirildiği belirlenmiştir: (1) Eski durum ya da statüden kopma, (2) iki durum arasındaki eşik ya da statüsüzlük durumu ve (3) yeni durum ya da statü ile bütünleşme. Antropologların özel önem verdikleri durum, "liminarite" (eşiksellik) diye adlandırdıkları, geçiş ritine tabi olan kişinin statüsüzlük durumudur. Bu eşiksellik evresinin türdeşlik, eşitlik, anonimlik, mülksüzlük, dış görünüşe önem vermeme, servete bağlı ayrımların olmaması, cömertlik, boyun eğme, yalınlık, acı ve ıstırabın kabulü... gibi özelliklerle belirlenen bir "communitas" (yoldaşlık) durumu olduğu belirlenmektedir. Bir tür toplumsal statü yitimi olan bu communitas durumunun ezoterik yapının gelişmesinin temel taşı olduğu savunulmaktadır. Diğer bir söyleyiş ile Ezoterizm bilinçli olarak sürekli olarak "eşiksellik" durumunu sürdürme çabasıdır. Bu aşamada sormamız gereken soru şudur: Evrensel düzeyde, her ilkel kültürde rastlanan herkese açık, ekzoterik "Erginlenme" olgusu, nasıl olmuş da, ezoterik bir yapıya evrimlenmiştir? Bu soruya yanıt arayabilmek için çok eskilere doğru bir zaman yolculuğu yapmak gerekiyor. Vardığımız dönemde yapacağımız “tarihsel özdekçi” gözlemlerin temelini ekonomi, sosyoloji ve antropoloji oluşturmalı.
Proto-Neolitik (İÖ. 7500 -5500) ve Neolitik Çağ (İÖ. 5500 - 4500)
İlk gezimiz "Geçiş Ritleri"nin herkese açık olarak uygulandığı bir döneme. Bu çağda insanlar, ya avcı-toplayıcı gruplar biçiminde, ya da en ilkel tarzda tarım yapan çok küçük çiftçi-çoban toplulukları olarak yaşamaktalar. Topluluk üyeleri arasında en basit düzeyde bir işbölümü var, ancak üyeler arasında toplumsal bir farklılaşma belirmemiş. Özel mülkiyetin bulunmaması, siyasal iktidar kurumunun yokluğunu tayin ediyor. Dolayısıyla devlet de yok...Eşitlikçi ideolojinin egemen olduğu devlet-öncesi sınıfsız bir toplum yapısı bu. Bu dönemde geçerli olan inanç dizgesi tümüyle "ritus" temelli. Yani inanç olgusu, bağımsız irade sahibi olarak tasarlanan doğa güçlerini, topluluğun varlığını sürdürebilmesi için gerekli koşulları sağlamaya ikna etme çabalarından ibaret. Bu aşamada "ritus"u tanımlamak gerekiyor: uzlaşımsal simgesel anlamlar taşıyan ve kutsal ile bağıntılı geleneksel davranış ve uygulamalar. Diğer bir anlatımla, sözel törelerin simgesel davranışlarda kurumlaşması... Ritus, evreni açıklamaya çalışan ilkel bir kozmoloji/kozmogoni yaklaşımıdır; insanı, evrenin karmaşası karşısında tutarlı bir çerçeveye oturtma çabası olarak görebiliriz ritusu. Bunlar simgesel, standartlaşmış, yinelenen, değişmeyen, kendiliğindenliğe yer vermeyen davranışlar. Örneğin geçiş ritleri... Ritusun işlevi belli: öncelikle evreni anlamak için bir araç. Bilinmeyenden kaçınmayı, toplum yaşamını standartlaştırmayı ve böylece kaygı gidermeyi sağlayan psikolojik işlevleri de var. Toplumsal statüyü belirleyerek ve bireyi toplumla bütünleştirerek eğitsel bir işlevde üstleniyor. Kültürel işlevi ise topluluğun kültürünü gelecek kuşaklara aktarmasıyla ortaya çıkıyor. Ritus uygulamalarına topluluğun tüm üyeleri katılıyorlar; katılımcılar yoğun bir duygudaşlık içindeler; uygulamada hiyerarşik bir yapı yok, ritusu yöneten şaman dışında tüm üyeler eşit ve anonim. Amaç, doğayı yansılamak ve onunla özdeşleşmek. İnançsal yapı toprağa ve meteorolojiye yönelik. Temel gereksinimler çerçevesine oturtulmuş kaba bir bereket kültü geçerli. Ana Tanrıça (Toprak Ana) ve oğul/sevgili teması. Mevsimler örnek alınarak düzenlenmiş bir "doğum-ölüm" eksenli inanç yürürlükte ve bu inanç dizgesinde, egemen bir kollektivitenin genel ve soyut ifadesi biçimlenmiş. Esas olan kollektivite olunca, ekzoterik yapı topluluğun tümünü kapsıyor.
Geç Neolitik (İÖ. 4500 - 3500)
İkinci zaman gezimiz aynı topluluğa ancak bu kez Geç Neolitik çağa gidiyoruz. Çok şeyler değişmiş aradan geçen yıllarda. Bizim küçük köy, neredeyse bir kent düzeyine yükselmiş. Sulamaya dayalı tarım ve saban kullanımının yaygınlaşması nüfusu arttırmış. Avcı-toplayıcılık tümüyle terkedilmiş. Hayvancılık da gelişmiş. Yazı bulunmuş, gerçi çok sınırlı kullanılıyor ama. İşbölümü uzmanlaşmaya dayalı duruma gelmiş, toplum üyeleri arasında farklar belirmiş. En önemlisi özel mülkiyet ortaya çıkmış. Yöneten-yönetilen olgusu belirmiş, henüz kurumsallaşmamış olsa da bir siyasal iktidardan söz etmek olası. Bunu bir tür erken-devlet olarak nitelendirebiliriz. Bu erken-devlet, işbölümü ve teknolojik gelişmenin sağladığı üretim artışını, üretime katılmaksızın denetleyen bir kesimin elinde yoğunlaşması sonucu, doğan gerilimi yok etmek, özel mülkiyeti güvence altına almak ve sınıfsal çatışmaları frenlemek için çabalıyor.
İnanç dizgesi, yine rituslara dayanıyor ama kozmogoni/kozmoloji kurumsallaşarak mitoloji biçimine dönüşmüş. Ritus uygulamaları örgütlenmiş, bu uygulamaların yapılması için belirli kutsal mekanlar oluşturulmuş. Bu mekanlarda, örgütlenmiş ritus uygulamalarını yöneten bir ruhban sınıfı ortaya çıkmış; toplulukta herkese açık ritus uygulamaları sürüyor ancak, yönetenler ve ruhban sınıfı, kapalı katılımlı başka rituslar uygulamaya başlamışlar, bir tür ezoterik uygulama başlamış. Erginlenme hakkı sınırlanmış. Toplulukta ekonomik ve siyasal güce dayalı bir seçkincilik belirmiş; seçkinler kendi aralarında farklı bir inanç dizgesi uygularken, topluma sundukları inanç tümüyle yöneticilik ideolojisini meşru kılmak amacını taşımakta. Kutsal yönetici kavramı gelişiyor. Bereket kültü ayrıntılı anlatımlarla zenginleşmiş. Yönetici, yiten/ölen ve yeniden doğan tanrı ile özdeşleşmiş ve giderek bereketin sağlayıcısı durumuna yükselmiş. Bunun cezası da var... Bereketi sağlayamayan ya da sağlayamayacak kadar yaşlanan yönetici (kral) öldürülüyor (Regicide). Siyasal güç sahiplerinin iradesi, rahipler tarafından mitolojiye taşınmış. İnanç giderek bir devlet kültü halinde örgütleniyor ve siyasal iktidarı meşrulaştırma işlevini üstleniyor. Bizim için esas değişim, ezoterik bir uygulamanın bilinçli olarak yürürlüğe seçkinler (yönetici ve ruhban sınıfı) tarafından konulmuş olması.
Kent Devletleri (İÖ. 2500’den sonra)
Üçüncü zaman gezimiz, kent devletinin köklü bir biçimde ekonomik ve sosyal yaşamı düzenleyip denetlediği bir çağa... Kent nüfusu iyice artmış, işgücü örgütlenmiş ve mesleki uzmanlaşma gelişmiş. Tarım ile ilgili teknolojik gelişme ve yazının iletişimde kullanımı belirgin nitelikler. Önemli bir gelişim ticaretin giderek artan bir hızla yoğunlaşması. Kentler arası ticaret gelişiyor; hatta ticaret yollarının denetimi için diğer kent devletleri ile savaşlar yapılıyor. Ticari kazanç, toplum içi ayrımların daha keskinleşmesine yol açmakta. Kent devleti, kurumlaşmış siyasal iktidarı kullanıyor. Yasalar konulmuş, özel mülkiyet ve yöneticinin hakları yalnızca inançla değil, artık yazılı yasalarla da korunuyor. İnanç dizgesi: ritus+mitos temelli hala, ancak zaman zaman belirli bir akılsallığı öngören "logos" ilkesini de gözlemlemek olası. Zaman içinde mitosla ilgili unsurlar silinecek, logosun ağırlığı artacaktır. İlerdeki çağlarda, logos da giderek dogmaya dönüşecek ve klasik dinsel yapı ritus+dogma biçime oturacaktır. Ancak bu gelişmeler için henüz çok zaman var. Tam anlamıyla örgütlenmiş ve kurumsallaşmış bir ruhban sınıfı, siyasal iktidarı meşrulaştıracak olan dinsel inancı bir ideoloji olarak tüm topluma yaygınlaştırmayı başarmış. Ancak kendi kapalı örgütlenmelerini ve bu çerçeve içinde farklı inanç ve hatta siyaset yorumlarını oluşturmaktalar. Toplumda tam anlamıyla iki katlı bir felsefe egemen: bir yanda kendi ezoterik yapısı içinde yönetici-ruhban sınıfı yani seçkinler, diğer yanda geniş topluluklara yayılan sıradan inandırma teknikleri...Seçkinlerin ezoterik örgütlenmesi, kendi aralarında siyasal iktidarı meşrulaştırma endişesini tanımadığı için, inanç bakımından devrimci yaklaşımlar sergileyebiliyor. Kamutanrıcı, tektapımcı ve giderek tek tanrıcı yaklaşımlar da var. Tanrı-Kral kavramı pekişmiş. Kral siyasal gücünün doruğunda. Bu nedenle artık kral kurban edilmesi uygulaması terk edilmiş, bunun yerine 7 ya da 11 yıllık dönemlerde yapılan dinsel bayramlarda kralın yerine bir sahte kral (mock king) kurban ediliyor. Ne var ki, bu iki katlı yapı da zaman içinde bir farklılık gösterecek; seçkinler dışında kalan hoşnut olmayanlar da inançsal, siyasal ya da ekonomik amaçlarla, kendi ezoterik örgütlenmelerini kuracaklar ve yapı böylece üç katlı bir örgütlenmeye dönüşecektir. Ekonomik amaçlı olanlar toplumsal yapı içinde gerekli ve verimli bulunacak; oysa siyasal ya da inançsal nitelikli olanlar sapkın damgası yiyerek baskı altına alınacaktır. Toplumun tümüne yayılan, ekzoterik nitelikli büyük tektanrılı dinler de işte bu başkaldıran ezoterik yaklaşımlardan kaynaklanacaktır.
Son Söz
Ezoterik yaklaşım çerçevesinde, inisiyasyon olgusu bir süreçtir. İster en ilkel uygarlık düzeyinde, isterse en gelişmiş teknoloji toplumlarında olsun, yapılan törenler, bu sürecin simgesel olarak başlangıcını temsil ederler. Hangi uygarlık düzeyinde olursa olsun, inisiyasyon süreci, mevcut kültür ve üretim biçimlerinde, belirli bir rasyonalizm (akılsallık) gereğini öngörür. Burada söz konusu olan rasyonalizm, temel olarak, insanın doğa ve toplum içinde kendi özgünlüğünün ayrımına varması demektir. Bu farkındalık kavramı, ezoterik anlayışa göre "bilinçlenme" anlamına gelir.
Özetle, ezoterik örgütlerde inisiyasyon; insanın kendi özgünlüğünün bilincine varması sürecidir. Bu da, temel kültür kavramlarının yorum ve kıyas yoluyla, enine boyuna irdelenmesini gerektirir. Bu nedenle, kültür kavramlarının özümsenmesi doğrudan bilinçlenme, inisiyasyon sürecinin kendisini oluşturur. Simgeler ise, kavramların billurlaşmış hali, somutlanmasıdır. Somut olarak yaşananların soyutlanması kavramları, soyut kavramların yeniden somutlanması da simgeleri oluşturur. Fakat, inisiyasyon çabası içindeki her birey için, somut simgeler o bireyin kendi soyut yorumunu yaratacak, soyut yorum da, bireyin yaşamında somutlaşacaktır. İşte, toplumun kültür yapısından bireyin yaşamına uzanan inisiyasyon süreci budur. Her simge ve temsil ettikleri her kavram, uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür. Ne simgeler, ne kavramlar, ne de bilinçlenme-inisiyasyon, insanlığın kültür tarihinden bağımsız olamaz. Tarih, aslında, aralarında bir tinsel bağ bulunan olgu ve kavramlardan meydana gelir. Olgu ve kavramları birbirine bağlayan tinsel bağ “tarihsel yorum” dur. Bu nedenle, tarihsel yorum değiştikçe, tarihin anlamı da değişir ve farklı “izm”ler ortaya çıkar. Tarihsel yorumlama, aslında bilinçlenme için gerekli olan akılsal, kavramsal yapıdır. Bu yapı; “zemin, yöntem ve erek” olmak üzere üçlü bir dizge tarafından belirlenir. Zemin, bu üçlü dizgede, yorumlamanın temelini ve yapının özünü oluşturan “gizil özne” durumundadır. Yöntem ise, tarihsel yorumun çevresini oluşturan ilişkiler ve koşullar sistemi; “structure” anlamındadır. Temelde kavranması gereken bu üçlü dizgedeki iç bağıntılardır. Zemin, yöntem ve ereği belirlerken; aynı zamanda yöntem de ereği şekillendirmekte, diğer yandan böylece oluşturulan erek zemini etkileyerek, çevrimi tamamlamaktadır. Üstelik bu karşılıklı etkileşimler bir sarmal gelişim göstermektedirler. Örnek olarak; ilkel toplumlar; zemine doğa’yı, yönteme de doğa insan ilişkilerini koyup, erek olarak insanı tanımayı almışlar ve böylece ilkel bir metafizik aydınlanmaya ulaşmışlardır. Bu dizge en basit düzeyde bir varlıkbilim (ontoloji) açılımıdır. Bir başka örnek de; zemine Tanrı’yı, yönteme dinsel kuralları (vahiy) oturtup, erek olarak da ahlaksal ve sosyal düzen (etik) alınırsa ortaya çıkan “din” kurumudur.
© 2002 hermetics.org
[Ana Sayfa ][Yazılar]