[Ana Sayfa ][Yazılar]
Ritüel Majinin Doğası
Bu yazı yazarın "Circles of Power" (Erk Çemberleri) kitabının 1nci Bölümünü içerir. Ayrıca, bu kitabın 5nci bölümü Ritüel Maji Uygulaması, 7nci bölümü Orta Sütun Çalışması ve 8nci bölüm Açma Kapatma Ritüeli yazısı sitemizde mevcuttur.
All Rights Reserved. Copyright © John Michael Greer 1997.
Dünyadaki majikal gelenekler baş döndürücü çeşitlilikte yöntemler, uygulamalar ve yordamlar içerirler. İlk bakışta, Haiti’de uygulanan bir Vudu seremonisinin çalan davulları ve cart renkleriyle Japonya’da bir tapınakta bir ezoterik Budist majisyenin çalışma sırasındaki eksiksiz meditasyon sessizliği ya da bu açıdan baktığımızda, yukarıdakilerden biriyle Altın Şafak tradisyonunda çalışan bir majisyenin titreştirdiği erk sözleri, stilize edilmiş işaretleri, uçuşan cübbeleri ve işlemeli çalışma araçları arasında çok az ortak şey var gibi görünür. Oysa, görünür farklara rağmen, daha derin bir bağlantı, bu uygulamayıcıları ve çalışmalarını birbirine bağlar. Bu bağlantı ritüeldir.
Hiçbir majikal geçmişi olmayanlar için bile ritüel fikri, majinin ne olduğu veya majisyenlerin ne yaptığı konusunda merkezi bir öneme sahiptir. Majikal düşüncenin ne olduğuna dair fikrini gazetelerin cumartesi eklerindeki karikatürlerden veya pazar eklerinin kilise müdavimlerinin ayıpladığı daha aptal karikatürlerinden alan birçok modern Amerikalı için bile maji işaretler, sözler, özel nesneler ve tuhaf eylemlerle yapılır. Bu vasat fikir, majinin gerçeklerine dayanır. Her ne kadar maji kısmı ritüelden daha ağır bassa da, ritüel sanatı dünyanın hemen tüm tradisyonlarında majikal tekniğin kalbini oluşturur.
Ritüeli sembolik eylem diye tanımlayabiliriz. Bir sembol — bu kelime felsefenin belli başlı temalarının yarısının tartışılmasını gerektirse de, bu tartışmalara şimdilik girilmeyecek — başka bir anlama gelen şeydir; bir ilişkiyi, bir anlam ilişkisini, sembol ile sembolize edilen şey arasındaki ilişkiyi tanımlar. Ay’ı işaret eden parmakla Ay aynı şey değildir, fakat o hiçbir şeye işaret eden bir parmakla da aynı şey değildir. Aynı şekilde sembol de ne sembolize ettiği şey, ne de sadece sembolün kendisidir. Başka bir boyutu, (şimdilik) bilinç âlemi veya dünyası diyeceğimiz yerde var olan bir anlam boyutu vardır.
İnsanlar sembolize eden yaratıklardır; dillerimiz, sosyal yapılarımız, dünyayı kavrayışımızı gösteren fikirler ve imgelerin hepsi semboldür. Bizatihi dünyaya dair algılarımız, duyularımızın, beyin yapılarımızın ve düşünce süreçlerimizin filtresinden geçtiği için dışımızdaki gerçekliğin sembollerinden başka bir şey değildir. Eğer ritüel sembolik eylem olarak tanımlanırsa, beşeri eylemlerin büyük bir çoğunluğu ritüeldir. Gerçekten de insan davranışlarını gözlemlemeye ayrılacak küçük bir vakit bunun gerçek olduğunu gösterir.
Kuşkusuz gündelik hayatın ritüelleri çoğu zaman tam farkına varılmayan, alışkanlıksı bir doğaya sahiptir. Ses ile fikir arasındaki bağların sembolik, soyut doğasını düşünmeden konuşur, bir zamanlar hiç kimsenin hazır bir silahı olmadığını gösteren bir işaret anlamına geldiğini unutarak el sıkışırız. Sembol ile anlam arasındaki fark edilmez bağlantı sık sık olduğu yerde kalmaya ve hiç akla gelmeyen bir sürü yolla beşeri tecrübeyi ve davranışı biçimlendirmeye devam eder.
Ritüel ve onun altındaki anlam ilişkileri incelendiği ve bilinçli bir şekilde kullanıldığı zaman önümüzde bir dizi olanak belirir. Bu olanaklar majinin birçok yöntemini içerirler. Dünya maji tradisyonları devasa çeşitlilikte araçlar, teknikler ve yaklaşımlar içerse de, sembolizm ve sembolik eylem — yani ritüel — majisyenin araçlarının en önemli unsurunu oluşturur.
Bu yüzden ritüele hâkim olmak, insan bilincinin gizli devasa potansiyellerini, birçok insanın bugünlerde beşere özgü olduğunu düşündüğü sınırların çok ötelerine giden potansiyelleri kullanabilmenin muhtemel en önemli yolunu sunar.
Tecrübe Modelleri
Ritüel majiyi incelemeye başlarken, yararlı herhangi bir şey yapabilmek için aşılması gereken en az bir temel engel vardır. Bu engel, dünya hakkında modern biçimde düşünmenin bazı en temel unsurlarından inşa edilmiştir. Modern Batıdaki acemi majisyene, Batı dışındaki birçok ülkedeki majiyi hayatın bir parçası olarak görerek büyüyen kimi maji öğrencilerinden farklı olarak, dünyayı majiye hemen hiçbir yer tanımayan biçimlerde algılama öğretilmiştir.
Son birkaç asırdır majiyi modern Batı dünya görüşünün çatlaklarına ve boşluklarına yerleştirmenin bir yolunu bulma projesine epey bir düşünsel emek harcanmıştır. Bu projeye dair hayli kabul gören bir yaklaşım majiyi, genellikle Carl Jung’un arketip kuramlarına bağlı kalarak psikoloji olarak yorumlamaktadır; bir zamanlar daha popüler olan bir yaklaşım ise majikal eyleme ortam oluşturan henüz keşfedilmemiş bir enerji veya madde varsaymaktaydı Bu tür teorileştirmenin bir gerçeklik payı olsa da, farklı bir yaklaşım için söylenebilecek çok şey var: dünya hakkında başka bir yolla düşünmeyi öğrenmek. Majisyenin yoluyla.
Bunu yapabilmek için, dünyayı anlamak için kullandığımız modellerin gerçekte oldukları şeyi, yani modeller olduklarını hatırlamak zaruridir. Modeller bir gerçekliğin haritasıdırlar, gerçekliğin kendisi değil. Bilimsel maddecilik modeli fiziksel madde ve enerjinin etkileşimini anlamak için çok iyi bir haritadır, fakat birçok başka amaç için çok kötü bir haritadır. Bu modeli majiyi veya hayatın geri kalanını anlamak için kullanmak, jeolojik şekilleri veya bitki örtüsünü anlamak için karayolları haritasını kullanmaya benzer. Fakat bu, elimizdeki haritanın bir yetersizliği değildir, beşeri tecrübe evreni herhangi bir haritanın, herhangi bir yorum dizgesinin olabileceğinden çok daha karmaşıktır.
Ayrıca, işin başındayken tecrübe dünyası hakkında majisyenin bakış açısıyla düşünmek, bir haritadan diğerine geçişin huzursuz edici bir deneyim, bazen de çok rahatsız edici bir şey olduğunu anlamak açısından önemlidir. Toplumumuzda mutlak hakikat olarak pazarlanan çeşitli aşırı inanç sistemleri cazibesini bu gerçekten alır. Bu sistem ister modern bilimin soyut maddeciliği ister kimi dini dogmaların gelişigüzel buyrukları olsun; hiçbir bir haritanın kapsayamayacağı, bütünlüğü içinde kavranması insan zihnini aşan bir evren görüsü karşısında kişiyi rahatlatan bir inanç sistemine sığınmak çok kolaydır. Ne var ki ona sarılanı rahatlatan kesinlik vaadi son tahlilde bir yalandır.
Aynı şekilde burada inceleyeceğimiz dünya modeli nihayetinde yalnızca bir modeldir. Beşeri tecrübenin kimi alanlarına uygulanabilirken, kimilerine pek uygulanamaz. Herhangi bir anlamda bizatihi hakikat değildir, onu böyle anlamak potansiyelinin çoğunu boşa harcamak olur. Yine, bu modelde önemli bir rol oynayan şeylerin ve varlıkların birçoğu (varlık düzeyleri ile eylem kiplikleri, elementler ile âlemler, Küreler ve Yollar, ruhlar ve melekler, Erk isimleri) elektronlardan veya Gayri Safi Hasıla’dan daha gerçek değildir. Bunlar her gün tecrübe ettiğimiz evrenin sübtil yönlerinden bahsetme yollarıdır. Güçleri de buradan gelir, ister mevcut olsunlar ister olmasınlar, Aleister Crowley’in sevdiği bir ifadeyle, evren gerçekten de sanki bunlar işe yarıyormuş gibi işler.
Bu noktayı aklımızda tutarak, kültürümüzün mevcut dünya imgesinin bildik topraklarıyla majinin barındığı yasak âlemleri birbirinden ayıran tartışmalı ülkelerden geçen yolculuğumuza başlayabiliriz. Bunu yaparken, Altın Şafak’ın kurucularının ve adeptlerinin bile nadiren dokundukları bir zemin üzerinde gezineceğiz. Altın Şafak sisteminin mükemmelliği onun uygulamalı yöntemlerinden gelir, bu yöntemlerin ardındaki teori ve felsefe cemiyet içinde nadiren tartışılmıştır. Altın Şafak’ın devamı birkaç grubun bu alanda vereceği daha çok şey vardır. Majikal uygulamanın bağlamı ve anlamı, Altın Şafak’ın içinden yükseldiği -Rönesans’ın büyük majikal canlanışından kadim zamanlara uzanan- maji tradisyonlarında bulunabilir.
O halde Altın Şafak majisinin temelindeki dünya modelini araştırmanın bir yolu, Kabalacı, Hermesçi ve Yeni-Platoncu filozofların ve mistiklerin eserleri arasında seyahatten geçer. Bu konular bile bir kitabı doldurmaya yeterlidir. Fakat bulunan şeylerin büyük bir kısmının ritüel maji uygulamasıyla çok az doğrudan ilişkisi olacaktır. Neyse ki evrenin majikal modeline farklı bir rotadan yaklaşma imkânı vardır. Burada kişi keşfine, kadim tradisyonlardan veya düşünce sistemlerinden değil, evreni her an tecrübe ediş biçimimizin basit gerçekliklerinden başlar.
Algıladığımız Dünya
Modern Batı kültürüne egemen olan evren haritalarının en önemli parçalarından biri, “gerçek dünya”nın tümüyle madde ve enerjiden yapıldığı, bilinç dediğimiz şeyin ise beyin denilen belli et yığınlarının içinde olup biten tuhaf bir fenomen olduğu fikridir. Modern insanların çoğu için sağduyunun söylediği şey olan bu nosyon, aslında, evren hakkındaki gelişigüzel seçilmiş inançlar koleksiyonundan yükselir. Bu inançlar öğrenilmek zorundadır ve ancak hayli yaygın bazı insani tecrübeler yok sayıldığında bir anlam ifade ederler.
Bir süre için neyin “gerçek” neyin gerçek olmadığına dair bildik hipotezleri bir kenara bırakmalı ve çok daha temel bir sorudan hareket etmeliyiz. İnsanlar, evren dediğimiz bu karmaşık şey hakkında ne tür algılara sahipler? Algıladığımız şey, en temel düzeyde, nedir?
İlk olarak, bilince görme, işitme, tatma, dokunma ve koku duyuları vasıtasıyla gelir görünen algılar gelir. Bunlar modern düşüncenin “gerçek dünya” hakkında malumat olarak sınıflandırdığı şeylerdir.
İkinci olarak, modern İngilizcede dile getirilmesi çok güç olan, fakat birçok başka kültürün üyesinin çok iyi bildiği, olağan duyuların sübtil formları aracılığıyla gelir görünen algılar vardır. Eğer ellerinizi iyice sallar, sonra avuçlarınızı çukurlaştırarak parmaklarınızı birleştirip yavaş yavaş ve derin bir şekilde nefes alırken ellerinizi birbirine yaklaştırıp uzaklaştırdığınızda algılayabileceğiniz türden bir tecrübe türüdür bu.
Bu algılar belirli yollarla maddi duyularla ilişkili görünür, çünkü bu çok daha ince duyularla algılanan birçok şey –ama hepsi değil- fiziksel tecrübe âlemindeki şeylerle ilişkilidir. Belli bir nesne, özel bir yer ve kimi kiler, tıpkı değişmeyen fiziksel görünüşleri gibi, değişmeyen bir “duygu” veya “enerji”ye sahiptir.
Üçüncü olarak, aşağı yukarı yine duyusal biçimler alan — sözlü veya yazılı sözler, imgeler vs. — fakat duyularla algılanan dünyadan bağımsız gibi görünen algılar vardır. Bu algılar, bilinçte akıp giden bir monolog gibi, az çok süreklidirler. Dünyaya modern bakışımız bu algıları düşünceler, duygular, algılar, gündüz düşleri vs. olarak sınıflar.
Dördüncü olarak, duyusal biçimler almayan, duyularla algıladığımız dünyadan bağımsız olan, fakat yine de bu dünyayı yapısını belirlemede belirli bir role sahipmiş gibi görünen algılar vardır. Bunlar belirli bir düzenlilik algılama olarak tanımlanabilir. Örneğin aynı şeye eşit olan iki şeyin, birbirine eşit olacağı fikri. Modern düşüncenin mantık kuralları, matematik ve (belli bir dereceye kadar) doğa dediği şey, bu kategoriye girer.
Beşinci ve son olarak, bazen “mistik” denilen algı türleri vardır. Bu algılar duyulardan veya duyusal biçimlerden veya herhangi bir önceki tecrübeye benzerlik içermeyen algılardır. Evrenin bir birlik olarak algılanmasını ve bireysel benliğin bu birlikle ilişki içinde algılanmasını içerir gibidirler.
Mümkün beşeri tecrübelerin tayfı, elbette başka şekillerde sınıflandırılabilir. Fakat bu beşli sınıflandırma yukarıda bahsedilen modern “sağduyu”ya dair yararlı bir perspektif sunar. İncelediğimiz sınıflandırmalar açısından bakarsak, modern düşünce biçimi bu tecrübelerden birini — duyulardan geleni — tek “gerçek” tür olarak belirler ve onun madde ve enerjinin “gerçek” dünyasını yansıttığını ileri sürerek, diğer bütün tecrübe türlerini, bu birinci türün yan ürününden başka bir şey olmadığı hasebiyle bir kenara atar. Mantıksal olarak bakıldığında, haklı çıkarılması çok zor bir şeydir bu.
Duyusal tecrübe dünyasının nesnel olduğu için — yani farklı insanlar tarafından aynı şekilde tecrübe edildiği için- gerçek olduğu iddia edilir; diğer bütün tecrübe türleri ise özneldir — yani farklı insanlar tarafından farklı şekilde tecrübe edilir. İddia her ne kadar genel kabul görse de, doğru değildir.
İlk olarak, duyusal olmayan, fakat buna rağmen maddi bir şeyin olduğu kadar “nesnel” olabilecek bir süre tecrübe vardır. Açık bir örnek vermek gerekirse matematiğin temel kuralları onları kullanan kim olursa olsun değişmezler ve birçok dövüş sanatının etkililiği yukarıda incelediğimiz ikinci türden tecrübelerin somut gerçekliğine dayanır. Ayrıca fiziksel tecrübeler bile herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz; bir şarabın tadı veya bir trafik kazası olayı, büyük ihtimalle farklı kişiler tarafından farklı algılanıp farklı tarif edilecektir.
Bu güne kadar birçok defa bu son faktörün nesnel bir olgunun yetersiz beşeri tecrübesini temsil ettiği ileri sürülmüştür. Bu savın haklı bir yanı olabilir; yalnız savın rahatsız edici bir noktası vardır ki varsayılan “nesnel olgu”nun gerçekten var olduğunu tek işareti o aynı yetersiz algılardır. İnsan algısı bilebileceğimiz tek şeydir.
“Nesnel olgu” dünyası, kimi insani tecrübelerin kimi hayli gelişigüzel kurallara göre zihinde birleştirilmesinden oluşan zihinsel bir inşadan başka bir şey değildir. Doğrudan bilebileceğimiz tek dünya insan algısının, insan bilinçliliğinin dünyasıdır, diğer her şey bu dünyaya düşen gölgeler gibi gelir.
Mantıksal olarak kanıtlamasa da, bu gölgelerden bazılarının insan bilinci dışındaki bir şey tarafından düşürüldüğünü varsaymak makuldür. Aynı şekilde bu “dışarıdaki şey”in zihinsel modellerini yaratmak ve bu modelleri içinde var olduğumuz evrenin kaba temsilleri olarak görmek de makuldür. Oysa insan tecrübesinin birçok türünü bu tür modellerin temelsiz olduğu gerekçesiyle bir kenara atmak ve bütün diğer modelleri yargılamak için sadece dar bir algı grubunu kullanmak makul değildir. Modern gerçeklik mevhumunun yaptığı şey, tam da budur.
Tecrübe Düzeyleri
Evrene eski bakma biçimlerinden beslenen Batı Maji gelenekleri her zaman geniş bir bakış açısı benimsemiştir. Altın Şafak majisinin temel aldığı Kabala Felsefesi’nde çevremizi kuşatan evren, aralıksız olarak maddeden ruha ulaşan bir sürekliliktir; beşeri tecrübenin bu ikisi arasındaki bütün düzeylerinden geçer.
Bu sürekliliğin en önemli modeli bu sürekliliği on temel varoluş düzeyi veya aşama olarak resmeden Hayat Ağacı şeklidir. Bununla birlikte şu andaki amaçlarımız açısından farklı bir model daha yararlı olabilir. Bu model, yukarıda incelediğimiz tecrübenin beşli sınıflandırmasına dayanır. Bu model biri maddeyi, öteki ruhu temsil eden birbirini kesen iki üçgenle resmedilir (Bak. Şekil 1).
Madde ve ruh arasındaki geçiş âlemleri beş düzeye bölünebilir; bunlar da, daha sonra ayrıntılarıyla inceleyeceğimiz geleneksel majikal sembolizmin beş elementiyle ilişkilendirilebilir. Bu düzeyler aşağıdaki gibidir:
Resim 1 —
Varlık Seviyeleri
Fiziksel. Fiziksel düzey beş olağan duyuyla tecrübe edilir. Aşağı yukarı modern bilimsel düşüncenin kavradığı şekliyle madde ve enerji terimleriyle açıklanabilir. Eski tradisyonlar fiziksel düzeyi dört elementin –ateş, hava, su ve toprak- etkileşimleri olarak tarif ederdi. Bunlar modern enerji, gazlar, sıvılar ve katılar kavramlarına denk düşerler. Bu düzey sembolik olarak katı ve direngen Toprak elementine karşılık gelir.
Eterik. Eterik düzey, olağan görme ve dokunma duyularına az çok paralel olan farklı duyu grubu aracılığıyla tecrübe edilir. Hem enerjinin hem maddenin bazı niteliklerini paylaşan, fakat biyolojik hayatla yakından bağlantılı olan bir maddi olmayan töz düzeyi olarak düşünülebilir. Eter Hindu yoganın pranası ya da Doğu Asya dövüş sanatlarının ch’i veya ki’sine benzetilebilir. Majikal felsefede maddi düzeyin altındaki temel, madde ve enerjinin biçim aldığı desenleri veren sübtil töz okyanusudur. Sembolik olarak akıcı ve alıcı Su elementine tekabül eder.
Astral. Astral düzey, yani somut bilinç düzeyi normalde zihin — zekâ, heyecan, hayal gücü, irade ve hafıza melekeleri — dediğimiz şey vasıtasıyla tecrübe edilir. Majisyenin bakış açısından bunların eylemin duyuları ve araçları olarak işleyebileceğini anlamak çok önemlidir. Bu işlevlerden hiçbiri bir insanın kafasının içiyle sınırlı değildir. Astral düzey, kendi bilincimiz ve başkalarının bilinciyle belirlenen ve bilincimizde düşünceler, duygular, imgeler ve benzerleri olarak ortaya çıkan sürekli değişen motifler içinde hareket ederek zihni zihne bağlayan akış halindeki enerjiler alemi olarak düşünülebilir. Sembolik olarak bu düzey hareketli ve dönüştürücü Ateş elementine tekabül eder.
Zihinsel. Zihinsel düzey, yani soyut bilinç düzeyi bizzat bilincin (farkındalığın), kendine ait kapasitelerince tecrübe edilir. Zaman ve mekânın dışında var olan ve ilk üç düzeyin dayandığı örgütleyici ilkeleri sunan soyut motifler alemi olarak tasavvur edilebilir. Bu motifler, farkındalığımıza eşyanın tabiatına dair temel içgörüler olarak görünür. Sembolik olarak bu düzey şeffaf ve elle tutulur olmayan Hava elementine tekabül eder.
Spritüel. Spritüel düzey benliğin özsel çekirdeği aracılığıyla tecrübe edilir. Bu özsel çekirdek aynı zamanda bilincin kaynağıdır. Herhangi başka bir tanımın ötesindeki saf varlık olarak tasavvur edilebilir ve kendini insan farkındalığında benliği bütün her şeyin birliğine bağlayan, tarifi zor bir deneyim türüyle gösterir.
Bu beş düzey maddeden ruha, (aynı şeyi başka bir şekilde ifade edersek) tam kuvve halinden tam fiil haline ulaşan tek bir tayfın kısımları olarak görülebilir. Bununla birlikte tayfın farklı bölgeleri birbirlerinden birçok şekilde ayrıdırlar. Dikkate değerdir ki birini yöneten yasalar genellikle diğerlerinde geçerli değildir. Örneğin bir fikre çivi çakamazsınız ya da düşünce gücüyle katı bir duvarın içinden geçemezsiniz. Her bir âlemin kendi kuralları vardır.
Bununla birlikte bu beş tecrübe düzeyini birbirine bağlayan altta yatan bazı motifler vardır. Bu motifleri net bir şekilde duymak, ritüel majinin ilkelerinin epey bir netleşmesini sağlar. İki düzey, fiziksel ve eterik düzey, zaman ve mekânın bildik bağlamında meydana gelen şeylerle ilgilidir. Bu düzeylerde tecrübe ettiğimiz şeyler zaman ve mekâna tabi gibidirler; büyüme ve çürümeye, genişleme ve çelişmeye maruz kalırlar. Platonik felsefe diliyle bu iki düzey Oluş âlemi olarak tasavvur edilebilir.
Diğer iki düzey, spritüel ve mental düzey, tümüyle zaman ve mekânın dışındaki şeylerle ilgilidir ve değişime uğramazlar. Bu iki düzey, sonuç olarak saf Varlık âlemi olarak tasavvur edilebilir.
Bu iki âlemdeki iki düzeyin ilişkilerinde önemli bir paralellik vardır. Fiziksel ve zihinsel düzeyler şeylerin çoğulluk içinde bulunduğu düzeylerdir. Yani bunlarda tecrübe edilecek birçok farklı şey vardır ve bu şeyler etraflarındaki şeylerden büyük ölçüde ayrı görünür. Şu anda elinizde tutmuş olduğunuz bu kitap, onu tutan ellerinizden, etrafını çeviren havadan vs. ayrıdır. Zihinsel düzeyin çeşitli motifleri aynı şekilde birbirinden ayrıdır ve ayrı olarak tecrübe edilebilir. Soyut bir hakikate dair ani bir içgörü zorunlu olarak diğer hakikatlere denk bir içgörüye yol açmaz. Oysa, eterik ve spritüel düzeyler birlik düzeyleridirler ve tecrübe edilen şey bütünün bir veçhesi olarak tecrübe edilir. Eter okyanusunda çok az ayırıcı çizgiler varken, ruhun (Spirit) aşkın birliğinde hiçbir ayrım çizgisi yoktur.
Peki Varlık ve Oluş âlemlerinin ortasında duran Astral düzey? Bizim genelde düşünceler ve duygular olarak tarif ettiğimiz somut bilinç hareketleri olağan zaman ve mekân sınırlarına tabi değildir; fakat bunların var olduğu yer sonsuzluğun değişmezliğinde değildir. Daha ziyade kendi zaman ve mekânlarında şekil alırlar; bu, olağan zaman ve mekândan daha esnektir. Bu zaman ve mekân Varlık âlemleriyle, olağan zaman ve mekâna göre daha net ilişkilidir.
Birçok insanın gidebildiği en derin astral düzey olan düşler bunu açıkça gösterir. Düşlerde mekân vardır ve zaman geçer, ancak bu tanımlanmasın veya betimlenmesini neredeyse imkânsızlaştıracak karmaşık birçok katmanlılıkla geçekleşir. Olağan zaman ve mekân içinde gerçekleşmesi imkânsız şeyler sürekli olarak vuku bulur, zaman esner, durur, geriye akar vs. Aynı şey olağan düşünce için de geçerlidir. Ayrıca majisyenlerin nasıl girileceğini bildiği daha yoğun astral tecrübe türleri için de çarpıcı bir biçimde doğrudur.
Majikal teoride astral düzeyin bu özel niteliklere sahip olmasının nedeni, onun Varlık ve Oluş âlemleri arasında bir geçiş olmasından kaynaklanır. Burada zaman sonsuzlukla, değişim değişmezlikle komşudur. Kısa bir süre sonra göreceğimiz üzere bu iletişim evrenin varlığa gelişi sürecinin anahtarıdır. Ayrıca ritüel majinin etkili kullanımı için hayati öneme sahip bir anahtardır.
Makrokozmos ve Mikrokozmos
Yukarıda bahsedilen modern düşüncenin ön yargılarından biri burada kavrayışın önünde bir engel teşkil eder. Bilinç tecrübelerinin “öznel” olduğu — yani, bilimsel anlamda gerçek olmadığı — kafamızın içine öyle işlenmiştir ki bilincin kafatasımızın dışında herhangi bir rolü olduğu düşüncesi bizim için çok aykırı bir düşüncedir. Bununla birlikte bu fikir, bize ne kadar garip gelirse gelsin, kültürümüzün mevcut inanç sisteminin sunduğundan çok daha iyi bir tecrübe modelidir.
Bizim evren modelinden azade olan kadim zamanların filozofları, bilinç ve madde arasındaki ilişkiyi çok farklı bir ışık altında gördüler. Dikkat ettiğimizde bizim de görebileceğimiz üzere, onlar kendi tecrübelerinden hareketle insandaki maddi hareketlerin bilincin hareketlerince belirlendiğini biliyorlardı. Bu bazen çok aşikâr düzeylerde gerçekleşir. Örneğin bir kişi elini kaldırmaya karar verip kaldırdığında.
Ayrıca daha belirsiz düzeylerde de meydana gelir. Bilinç fenomenine dikkatle ilgi gösterilmesi, genellikle farkına varılmadan, kendiliğinden olan ve kalbin çarpışını, sindirim sistemindeki kasların kullanılmasını kontrol eden koca süreçleri açığa çıkaracaktır (ileri seviye yoğa uygulamacıları şaşırtıcı bir fiziksel hâkimiyete sahip olmalarını bu süreçleri algılamayı öğrenmeye borçludurlar). Bu otomatik süreçler eterik düzeyle yakından ilişkilidir. Bütün süreci kavramsallaştırmanın bir yolu, bilinçteki olayları eterik âlemde değişimler yaratan şeyler olarak görmektir. Eterik alemdeki değişimler de fiziksel madde alemindeki değişimleri meydana getirirler.
Bilinçteki değişimlerin maddede değişimlere yol açtığı fikri, kadim zamanların düşünürlerinin keşfetmekte gecikmediği, daha geniş içerimlere sahiptir. Eğer bu insanlar ve diğer yaşayan şeyler için geçerliyse, diye akıl yürüttüler, neden başka şeyler için de geçerli olmasın? Örneğin böyle bir şey, kâhinlerin ve falcıların geleceği olmadan önce söyleyebilme yeteneklerini açıklamaz mı? Zaman içinde keşfedilen ve test edilen bu fikirler, evrenin majikal modelinde merkezi bir yer kazandılar.
Bu modelde benlik (nefs) ile evren arasındaki engelin her bir tarafında bir dizi düzey vardır. Bu bariyer beşeri düşünce alışkanlıklarının en derininde olanlardır. Fiziksel, eterik, astral, zihinsel ve spritüel tecrübeler aynı anda hem “İçsel” hem “dışsal” fenomenlerle ilişkilidir. Düzeyler arasındaki ilişki –astralın zaman ve zamansızlık arasında aracı olduğu ve düzeyleri fiziksel tezahüre indiren motifleri harekete geçirdiği ilişki-hem dışta hem içte aynı şekilde çalışır. Paralellik, Batı majikal geleneğinin kurucularının, kadim mitsel imgelerden faydalanarak, insanla evrenin birbirinin sureti olduğundan, dev bir insani varlık olarak evren ve küçük bir evren olarak bireyden bahsetmiştir.
Makrokozmos ile mikrokosmoz ilkesinin kalbinde olan bu fikir, majikal dünya modelinin merkezi unsurlarından biridir. Bu iki dünya Batı dünyasının majikal yazılarında çok kullanılmışlardır. Makrokosmos kelimesi Grekçe kelimeler makros ile kosmos’tan gelir, “büyük evren” demektir; mikrokosmos ise mikros kosmos “küçük evren” demektir ve insan bireyinin bütünselliği anlamına gelir. Mikrokosmos ile makrokosmos ilkesi bu ikisinin bir anlamda aynı şey olması demektir.
Bu ilke, geçmişte sık sık yapıldığı üzere, kastedilmediği anlamlara çekilebilir. Bu ilke, fiziksel evren ile fiziksel insan bedeni arasında bire bir tekabül olduğu anlamına gelmez. Platon’un işaret ettiği üzere evrenin ayakları yoktur. Diğer düzeyler arasında da birebir bir tekabül ilişkisi yoktur. İlkenin işaret ettiği –ve hayli önemli olan- nokta, evrene dair tecrübemizin özsel motiflerinin kendimize dair tecrübelerimizin özsel motifleriyle bir ve aynı şey olduğudur.
Burada daha derin bir nokta vardır ki algılama ve gerçeklik konusunun yarattığı zor meseleleri çözer. Az önce bahsedilen motifler, nihai olarak kendi tecrübelerimizin motifleridirler ve insan soyunun bir üyesi olarak her birimizin miras aldığı belli düşünme ve algılama araçlarınca biçimlenmişlerdir. Algılarımız beşeri algılardırlar ve bunun bir sonucu olarak evrenimiz beşeri bir evrendir. Bu evren onu algılama araçlarımızın bizatihi yapısı gereği kendi suretimizde yapılmıştır.
Maji ve Yaratım Süreci
Maji felsefesinde mikrokozmos ile makrokosmos ilkesi yukarıda bahsedilen algılının temelidir ve evrenin ve evrende majinin rolünü açıklamak açısından merkezi öneme sahiptir. Tıpkı her bireyin bütün tecrübe düzeylerinde var olması gibi, algıladığımız bütün diğer her şeyin de bütün düzeylerde mevcut olduğuna inanılır.
Bir nesneye –örneğin bir kayaya- baktığımız zaman, onun belli bir taştan yapılmış olduğunu görürsünüz. Majikal öğretiye göre aynı kaya, eterik düzeyde vurgulardan ibaret bir dalga motifi olarak; astral düzeyde bilinçte somut bir form, algıların sürekli akışı içinde bir mevcudiyet olarak; zihinsel düzeyde “kayalık” özsel niteliğiyle soyut ve zamansız bir fikir olarak ve nihayet spritüel düzeyde kayanın ve geri kalan her şeyin nihai olarak geldiği ilksel birliğin bir ifşası olarak vardır.
Bir görüşe göre kayanın bu farklı varoluş düzeyleri, sadece aynı kayaya, her bir düzeyde insanın sahip olduğu algılama güçlerini kullanarak farklı açılardan bakmaktan başka bir şey değildir. Bununla birlikte evrenin majikal modelinde, kayanın — ve diğer her şeyin beş yönü — aynı zamanda sebep ve sonuç zinciri olan bir yansıma süreciyle bağlantılıdır. Spritüel kaya zihinsel düzeye yansır ve böylece zihinsel kayanın varlığa gelmesine sebep olur. Aynı şekilde zihinsel kaya astral düzeye, astral eterik düzeye ve eterik de fiziksel düzeye yansır. Başka bir şekilde dile getirmek gerekirse, aynı özsel motif adım adım varlık merdiveninden iner ve her bir düzeyde o düzeye özgü bir biçim alır.
Bu, majikal terimlerle, yaratımın sırrıdır. Yaratımı zamanın başlangıcında bir kereliğine olup biten bir şey olarak gören Batı’nın Ortodoks dinlerinin aksine, Kabala’nın majikal felsefesi yaratımı, bütün eşyanın ve varlığın etkin katılımcılar oldukları sürekli bir süreç olarak anlar. Bu bakış açısında tecrübe ettiğimiz her şey, spritüel düzeyin yükseklerine ulaşan ve ardından düzey be düzey madde ve duyusal algı âlemine inen bir süreç aracılığıyla vuku bulur. Tecrübe ettiğimiz her şey de bir mevcudiyete ve bütün varlık düzeylerinde bir etkiye sahiptir.
Bu yaratı sürecinde, astral düzey birçok açıdan hayati bir önem arz eder. Spritüel ve zihinsel düzeylerin ebedi motiflerinin zaman ve mekân içinde kesin formlara — bu kaya, bu ağaç, bu insan bireyi — yansıdığı yer somut bilinç düzeyidir. Astral düzey yaratının dönemeç noktasıdır ve bu nedenden dolayı majinin doğduğu yerdir.
Astral düzeyde insan bilinci tarafından kurulan bir motif, diğer astral motiflerle aynı şekilde düzeylerden geçerek tezahür eder. Geleneksel maji felsefesinin merkezi içgörüsüdür bu ve majikal uygulamaya bir anahtar sunar. Ritüel majinin bütün karmaşık mekanizması, somut bilinçte motifler inşa etme yöntemleri koleksiyonundan başka bir şey değildir.
Maji böyle tanımlanınca basit bir şey gibi görünüyor ve öyledir de. Bununla birlikte “basit”, “kolay” anlamına gelmez. Astral düzeyde bir motif inşa etme basit eyleminin önünde bir dizi engel vardır. Bu kitabın büyük bir kısmı bu engeller ile onların etrafından dolaşma yöntemlerine ayrılmıştır.
Enerji Olarak Evren
Yaratım motiflerinin ruhtan maddeye inişi, majinin tabiatı hakkında yararlı bir konuşma biçimi sunan, başka bir yolla da anlaşılabilir. Bahsettiğimiz aşağı inen motifler, belirli türde, belirli etkileri olan ve içinden geçtiği düzeye göre şekil alan bir enerji akımı veya akışı olarak da görülebilirler. Her bir enerji akışı enerji kaynağı olarak zihinsel ve spritüel düzeylerden faydalanarak, ilk olarak astral düzeyde ortaya çıkar ve sonunda maddi düzeyde temel atar; inişi sırasında başka enerjilerle ilişkiye girer.
Enerji kelimesi elbette sadece bir teşbihtir. Burada bahsedilen enerji yumurta pişirmez veya bir voltmetrede ölçülemez. Ayrıca modern bir metafordur, majikal teori hakkındaki daha eski kitaplar genel olarak efekt (etki, tesir) veya effluvia’dan (gaz, aura, buhar, nefes) bahseder. Yeniplatoncuların eserlerinde bu ideal formlar veya alıcı tözlerdirler. Yaratımın metaforik enerjisi, tıpkı daha yakıdan tanıdığımız enerjiler gibi belli kaynaklara, kanallara, akış motiflerine, bütünsel dengesi içinde kutuplara, yerel dengesizliklere ve türbülanslara sahiptir.
O halde bu bakış açısından evren, bize tecrübe ettiğimiz her şeyi veren bir süreç olarak, varlığın çeşitli düzeylerinde dans edip dalgalanan enerjilerin devasa ve karmaşık motifleri olarak resmedilir. Beşeri bir varlık bu dans içinde, sayısız başkalarınca etkilenen, biçim alan, ama aynı zamanda biçim verme ve tesirde bulunma kapasitesine sahip tek bir enerji akımıdır. Majisyen, bu yaratıcı enerjinin söz konusu kapasiteleri eyleme dönüştürmesini öğrenmiş bir akımıdır.
Küçük bir enerji merkezi erk dalgalarıyla savrulduğu için bir majisyen kadiri mutlak olmaktan çok uzaktır. Uygulamalı majinin en önemli kurallarından biri, majikal çalışmaların bazen başarısız olduğudur. Tecrübenin bütün düzeylerini algılamayı ve bunlarda eylemde bulunmayı öğrenme amacıyla yola çıkmış olan bir beşer varlığından öte olmayan majisyen, kendi eylem potansiyellerinin hayata tümüyle fiziksel açıdan yaklaşanlardan pek uzak olmadığını görecektir. Her bir düzeydeki motifler, altındaki tekabüliyetlere sebep olup onları örgütlediği için, majisyen daha yüksek düzeydeki mukabil motife tesir ederek en maddi türden tecrübeleri bile şekillendirebilecek erke sahiptir. Bu erkin sınırları vardır. Bu konuyu daha sonra konuşacağız. Fakat majisyenlerin asırları aşan birleşik tecrübeleri erkin var olduğunu hiç kuşkuya yer bırakmadan göstermiştir.
Birçok majikal uygulamanın düzeyi, gördüğümüz üzere, somut bilinç düzeyidir. Böylece majisyen, deyim yerindeyse, tecrübenin astral düzeyinde durur, yüksek düzeylerin zamansız motiflerini aşağı indirir ve daha aşağıda tezahür etmesi için onlara kanal olur. Dolayısıyla herhangi bir majikal eğitimde bahsedilmeye değer iki önemli dinamik vardır. Acemi majisyen bir yandan yukarı, yüksek düzeylere bakmalı, kendini yaratımın enerji kaynaklarıyla nasıl uyumlayacağını öğrenirken, bir yandan aşağı, alt düzeylere bakmalı ve bu enerjileri nasıl tezahür ettireceğini öğrenmelidir.
Bu dinamiklerin ilki teurji (theurgy) ya da yüksek maji diye tanımlanır ve benliği bütün düzeylerde dönüştürme ve dengelemeyi amaçlar. İkincisi tomaturji (thaumaturgy) ya da uygulamalı maji olarak tanımlanır ve tecrübe evrenini iradeyle uyum içinde biçimlendirmeyi amaçlar. Majinin Janus yüzleri olan bu ikisi, Altın Şafak tradisyonunda ritüel maji yolunu çizer ve eğer maji sanatı ulaşılmak isteniyorsa, her ikisi de incelenmeli ve uygulanmalıdır.
··············oOo··············
[Ana Sayfa ][Yazılar]