Mandenler (Sâbiîler, Mandaeans, Nasoraeans)
Bu değerli yazı Thamos'un bir süre önce kapanan son derece bilgilendirici sitesi Ezoterika'da bulunmaktaydı. Onu arşivleyen bir okurumuz tarafından sitemize gönderilmiştir, resimleri hermetics.org'un katkısıdır.
Son Gnostikler......
Derleyen: Thamos
Giriş
Günümüzde toplam nüfusları ancak 20.000 kişi olan Mandenler, güney Irak’ta Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği bölgede ve güney-batı İran’da oturmaktadırlar. Araplar tarafından “Sâbiî” (Subbi ya da Subbâ) biçiminde adlandırılan bu topluluk, kendilerine “Mandenler” (bilgili olanlar, arifler anlamında; İngilizcede Mandaeans) adını verir. Kendileri için kullandıkları bir diğer ad “Nasuralar”dır (kutsal öğretileri koruyanlar anlamında; İngilizcede Nasoraeans). Manden adı tüm topluluk üyeleri için kullanılırken, Nasura adı yalnızca din adamları, topluluğun ileri gelenleri ve ataları için kullanılır. Mandenler, ayrı bir dil olan Mandence konuşurlar. Sâbiî sözcüğü ise Mandence’de “vaftiz olmak” ya da “suya daldırmak” anlamına gelen “sab” fiilinden türetilmiştir ve Araplar tarafından, Mandenlerin en dikkat çeken ve sık uyguladıkları ibadetlerinden biri olan vaftiz uygulaması nedeniyle, bu topluluğa bir ad olarak verilmiştir.
Sâbiîler’in, Kur’an’da üç ayrı yerde (Bakara: 62, Maide:69 ve Hac:17) bahsi geçmektedir. Bu üç yerde de onlardan “Allah’a iman edenler” olarak söz edilmesi, erken dönemden başlayarak Mandenler’in kim oldukları ve nerede yaşadıkları konusunda İslam araştırmacıların ilgisini çekmiştir. X. Yüz yıla kadar araştırmacılar, Sâbiîler’in güney Irak’ta yaşadıklarını ve kendine özgü bir dinleri bulunduğunu belirtmişlerdir.
Bu ilk değerlendirmeler, yüzeysel olmalarına karşın, genellikle doğruydu. Ne var ki, Halife Me’mun döneminde ölüm tehditlerinden kurtulmak isteyen “Harraniler” (Harranlı putperestler) kendilerini Sâbiîler olarak gösterdiler ve bugüne dek gelen bir yanlışın ortaya çıkmasına neden oldular. Oysa, Asur-Babil politeizmini sürdüren ve putperest olan Harraniler’in Sâbiîler ile hiç bir ilgileri yoktu. Sâbiî adını almalarından sonra bir çok Harrani, Bağdat gibi önemli merkezlerde Sâbiî adını kullanarak ünlü oldu ve Sâbiîlik adı altında kendi inançlarını yayma fırsatı buldu. Gerçek Sâbiîler ise, ezoterik ilkelerinin bir gereği olarak inançlarını açıklamamaları nedeniyle unutuldular.
Daha sonraları el-Bağdadi ve Biruni gibi araştırmacılar, Sâbiîleri “Harran Sâbiîleri” ve “VasıtSâbiîleri” olarak ikiye ayırarak, güney Irak’takileri gerçek Sâbiîler olarak kabul ettiler. Bu araştırmacılar, Harranlıların gerçek Sâbiî olmadıklarını ve bu adı sonradan aldıklarını da açıkladılar.
Batılı araştırmacılar Mandenler ile XVI. yüz yıldan başlayarak ilişki kurdular. Başta Cizvit misyonerleri ve çeşitli batılı araştımacılar, önceleri “Vaftizci Yahya Hıristiyanları” diye adlandırdıkları Mandenler’in kutsal metinlerini çevirmeye ve bu dinle ilgili bilgi vermeye başladılar. Son yüz yıl içinde oldukça ciddi araştırmalar gerçekleştirildi ve Manden literatürünün tümü çeşitli Batı dillerine çevrildi.
Tarihçe
Mandenler, kendi dinlerinin Adem’le birlikte başladığını ileri sürerler. Aslında bu din, İ.Ö. 200 yıllarından başlayarak, Filistin-Ürdün yöresinde yaşayan heterodoks Yahudi akımları içersinde filizlenmiştir. Bu dönemde Kudüs’teki egemen Yahudi anlayışına karşı çıkan bir çok topluluk bulunmaktaydı. Bunlar arasında en önemlileri “Esseneler”, “Vaftizciler” ve “Nasuralar” idi. Mandenler açısından bunların içinde en dikkat çekeni Nasuralar’dır. Zira kendi kutsal metinlerinde Mandenler, Nasuralar’ı Filistin’deki kendi ataları olarak kabul ederler ve Nasuralar’ın Yahudiler ile yaptıkları mücadeleyi dile getirirler. Ortodoks Yahudi anlayışına karşı çıkan akımların içinde Nasuralar en güçlüsüydü. Bu yüzden Yahudiler, o dönemde karşılarına çıkan her aykırı akımı Nasuralar’dan olmakla suçladılar. Nitekim, İsa ve yandaşları da Yahudilerce önceleri Nasura adıyla çağrılmıştı.
Mandenler tarafından “Işık Peygamberi” olarak adlandırılan ve büyük önder olarak kabul edilen Vaftizci Yahya, büyük olasılıkla Nasura topluluğu ile ilişki içindeydi. İsa’nın çağdaşı olan Yahya bir Yahudiydi, ancak sonradan resmi Yahudi görüşlerine karşı çıkarak kendi topluluğunu kurmuştu. İsa, Yahya tarafından vaftiz edilmişti. Yahya’nın aykırı inanç ve uygulamaları nedeniyle huzursuz olan Yahudiler, bölgeye Roma adına egemen olan Herod Antipas’a Yahya’yı ihbar ettiler. Bunun üzerine Yahya tutuklandı ve çeşitli işkencelerden sonra başı kesilerek öldürüldü. Yahya’nın yandaşları baskı ve zulum altına alındılar, bir çoğu öldürüldü. Knight & Lomas, “The Hiram Key” adlı kitaplarında Nasuralar’ın İ.S. 37 yılında katliama uğrayarak göç etmek zorunda kaldıklarını söylerler ve bu baskı uygulamasının sorumluluğunu doğrudan Aziz Pavlus’a (Saint Paul) yüklerler.
İncil’in “Habercilerin İşleri” 19:1-5 bölümlerinde, Aziz Pavlus’un Efes’te Vaftizci Yahya’nın izinden giden topluluklarla karşılaştığı, üstelik bu kişilerin İsa’dan hiç haberlerinin bulunmamasına çok şaşırdığı kayıtlıdır. Kudüs ve Efes arasındaki uzaklık göz önüne alındığında, Vaftizci Yahya’ya bağlı inanç topluluklarının kısa sürede ne ölçüde hızlı bir yayılmayı sağladıkları açıkça anlaşılabilir.
Göç etmelerine neden olan katliama Mandenler kutsal kitaplarında ayrıntılı biçimde yer verirler. Katliamdan kurtulanlar kuzey Mezopotamya’ya kaçmışlardır. Mandenler’in kutsal metinleri göç edenlerin sayısını 60.000 olarak belirtir. Mandenler, bir süre sonra güney Mezopotamya’ya göç ettiler. VII. Yüz yılda Irak’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Mandenler İslam egemenliği altına girdiler. Müslüman yöneticiler Mandenler’e “Ehl-i Kitap” muamelesi yaptılar.
Tüm bu tarihsel süreç boyunca Mandenler, çeşitli inanç ve kültürlerle ilişki içine girdiler ve farklı geleneklerden etkilendiler. Kendi özgün Yahudi kültürleri üzerine İran dinlerinden, Asur-Babil inançlarından ve Hıristiyanlıktan aldıkları çeşitli öğeleri uyarladılar. Filistin’de uğradıkları katliam nedeniyle Yahudiliğe karşı bir polemik geliştirerek, zamanla Yahudilik'ten iyice uzaklaştılar.
İnançlar
Mandenler, dünya üzerinde günümüze kadar varlığını sürdürebilmiş en son gnostik din olarak dikkat çekmektedir. Vaftizci Yahya’yı teolojilerinin en kutsal kişisi olarak kabul etmeleri nedeniyle “Vaftizci Yahya Hıristiyanları” (Christians of Saint John the Baptist) olarak da adlandırılırlar. Oysa İsa hakkındaki değrlendirmeleri oldukça farklıdır. Baigent, Leigh & Lincoln“The Messianic Legacy” adlı kitaplarında Mandenler’in İsa’yı bir sapkın, gizli öğretileri herkese açıklayan bir isyankar olarak gördüklerini belirtirler.
a)Kutsal Metinler:
Pek zengin bir dinsel literatüre sahip olan Mandenler’in kutsal metinleri iki ana grupta toplanır: Yazılı metinler ve çanak ve tabletler üzerindeki giz metinleri.
Mandenler’in kutsal kitapları arasında en önemli yeri üç ayrı kitap tutar: “Ginza”, “Draşia d Yahya” ve “Qolasta”. “Ginza” (Hazine), yaklaşık 600 sayfadır ve “Adem’in Kitabı” diye de adlandırılır. Çeşitli dualar, teoloji, mitoloji, ölüm ve ölüm sonrası gibi konuları içerir.“Draşia d Yahya” (Yahya’nın Öğretileri), büyük ölçüde Yahya’nın yaşamını ve öğretilerini konu alan bir kitaptır. “Qolasta” (Övgü) ise vaftiz, ritüelik yemekler, ibadetlerle ilgili dualar ve çeşitli uygulamaları içeren bir kitaptır.
Yazılı metinler arasında yalnızca din adamlarınca kullanılmasına izin verilen ezoterik metinler de vardır. “Alf Trisar Şuialia” (Binoniki Soru), “Alma Rişaia Rabba” (Büyük İlkEvren) ve “Alma Rişaia Zuta” (Küçük İlk Evren) bu kitaplara örnek olarak verilebilir. Bunlar genellikle teoloji ve mitoloji anlayışlarını dile getirmektedir. Ayrıca çeşitli konularla ayrı ayrı ilgilenen divan, şerh ve tefsirler de mevcuttur.
Astroloji ile ilgili yazılı metinler, daha çok kehanet, cin kovma, ebced hesabına benzer yöntemlerle kişisel olayların yorumlanması konusunda bilgiler içermektedirler. Bunların en önemlisi “Sfar Malvaşia”dır (Burçlar Kitabı).
Yazılı olmayan giz metinleri ise çeşitli durumlarda hastalık, büyü, afet ve benzer kötülüklere karşı çanak, çömlek üzerine ya da metal ve papirüs sayfalara yazılan kısa muskalardır.
Mandenler, kutsal metinlerinin yaratılışta Tanrı tarafından Adem’e verildiğine inanırlar. Mandenler’in dinsel literatürü üzerine yapılan incelemeler, bu metinlerin genellikle İ.S. II – III. yüz yıllarda derlendiğini ortaya koymuştur.
Mandenler’in kutsal metinleri Aramice’nin doğu lehçelerinden biri olarak değerlendirilen Mandence ile yazılmıştır. Gündelik yaşamlarında Arapça konuşan Mandenler, bu dili anlamadan sadece ibadet dili olarak kullanırlar. Mandence’yi okuyup yazabilme ayrıcalığı yalnızca din adamlarına aittir.
b)Tanrı Anlayışı
Mandenler’in dinsel anlayışları tümüyle gnostik düalizm temeline dayanmaktadır. Bu ikili anlayışta, bir yanda “Işık Evreni”, diğer yanda ise “Karanlık Evreni” bulunmaktadır. Işık Evreni’nin yöneticisi, “Yüce Yaşam”, “Kudretli Ruh” ya da “Yüceliğin Efendisi” gibi niteliklerle de adlandırılan “Malka d Nhura”dır (Işık Kralı). Malka d Nhura’nın, en üstün niteliklere sahip olduğuna ve tüm eksikliklerden uzak bulunduğuna inanılır.
Malka d Nhura’nın çevresinde sayısız “Işık Varlıkları” vardır. Bu varlıklar “Uthria” (Zenginler) ya da “Malkia” (Krallar) diye adlandırılırlar. Bunlar da her türlü kötülükten uzak varlıklardır. Işık Evreni her türlü yokluk, kötülük, eksiklik, yanlışlık ve ölümlülükten arınmıştır. Düzen ve verimliliği simgeleyen “Hiia” (Yaşam) ilkesinden türeyen Işık Evreni’nin kuzey’de olduğuna inanılır.
Düalizmin diğer yönünü oluşturan Karanlık Evreni de benzer bir yapılanmaya sahiptir. Bu evrenin başında, bir adı da “Büyük Canavar” olan “Malka d Hşuka” (Karanlık Kralı) bulunur. O, sayısız kötü varlığın yaratıcısı ve kötülüklerin yayıcısıdır; kötü niteliklerin tümüne sahiptir. Aslan başlı, ejder gövdeli, kartal kanatlı ve kaplumbağa sırtlı olarak düşünülen Malka d Hşuka, soluğu ile demiri eritir ve bakışıyla dağları sarsar. Yine de, Malka d Nhura’nın karşıtı olduğu için aptal ve sersem olduğuna inanılır. Karanlık Evreni yokluk, eksiklik ve düzensizliği simgeleyen “Kara Su” (Kaos) ilkesi tarafından yaratılmıştır ve bu evrenin güney’de bulunduğu varsayılır.
Malka d Hşuka’nın yanında sayısız kötü varlık, devler, canavarlar, şeytanlar ve kötü ruhlar bulunur. Bunlara ek olarak, Karanlık Evreni’ne düşmüş ya da kaderin bir sonucu olarak buraya atılmış bazı Işık Varlıkları da vardır. Bunların önderi olan “Ruha”, özellikle evrenin ve insanın yaratılışında kötülükleri harekete geçiren dişi figür olarak Malka d Hşuka’yı kışkırtan ve bu nedenle Karanlık Evrenine mahkum olan bir Işık Varlığıdır. Ayrıca Işık Evreni ile Karanlık Evreni arasında aracılık görevi gören “Yuşamin”, “Abatur” ve “Ptahil” gibi varlıklar da mevcuttur.
Hem Malka d Nhura, hem de Malka d Hşuka ezeli ve ebedi varlıklardır. Dünyanın sonu gelince tüm kötü varlıklar yok olacaklar, ancak kaos ilkesi ile Malka d Hşuka kendi evrenlerinde tutsak olarak varlıklarını sonsuza kadar sürdüreceklerdir.
c) Yaratılış Anlayışı
Mandenler'e göre, evrenin ve insanın yaratılışı iyilik ile kötülüğün arasındaki kaçınılmaz savaşın bir sonucudur. Evren yaratılmadan önce, Işık Evreni ile Karanlık Evreni birbirinden tümüyle ayrı durumdadırlar. Yapısı gereği Karanlık Evreni düzensizliği simgeleyen Kara Su’dan oluşmuştur; yaşam ve verimlilik öğelerini içermediği için orada hiç bir varlık yoktur. Bu yüzden Malka d Hşuka, kimi Işık Varlıklarını tutsak etmeyi planlamaktadır. Bu durumdan haberdar olan Malka d Nhura kendi elçisi olan “Manda d Hiia”yı (Yaşam Elçisi) özel görevle gizlice Karanlık Evren’e gönderir. Kutsal silahları sayesinde Manda d Hiia, Karanlık Kralı’nın yakalar ve zincire vurur. Ancak bu sırada Işık Evreni’nde yaşayan Yuşamin ve Abatur gibi kimi Işık Varlıkları meraktan iki evrenin arasındaki perdeyi aralarlar ve Kara Su’ya bakarlar. İşte onların bu merakı, Işık Evreni’nden düşmelerine neden olur. Işık Evreni’ne geri dönmek isterler, ancak ilahi kader gereği bu artık olanaklı olmayacaktır.
“İkinci Yaşam” ve “Üçüncü Yaşam” olarak da adlandırılan Yuşamin ve Abatur’un düşüşleri evrenin ve insanın yaratılması açısından son derece önemlidir. Bunlar Işık ve Karanlık Evrenleri arasında sınırda kalırlar ve kendilerine ait yeni bir evren kurmaya çalışırlarsa da başarılı olamazlar. Abatur, Kara Su’ya bakar ve kendi yansımasını görür. Bu yansımadan “Dördüncü Yaşam” olarak adlandırılan Ptahil oluşur. Kara Su’yun içinde kendini kurtarmaya çabalayan Ptahil’i daha önceden Karanlık Evren’e atılmış olan Ruha görür. Ruha gider ve Malka d Hşuka’nın zincirlerini çözer. İkisi birlikte Ptahil’e dost görünerek, Ptahil’i maddi dünyayı yaratması için kışkırtırlar. Amaçları sonradan Ptahil’in yaratacağı bu maddi dünyaya egemen olmaktır. Bu arada Ruha ile Malka d Hşuka birleşirler ve bu birleşmeden kötü varlıklar olan yedi gezegen ve oniki burç doğar. Ptahil, Işık Kralı Malka d Nhura’ya kurtulmak için yalvarır. Malka d Nhura, Ptahil’e “Yaşam Işığı”nı verir. Böylece Ptahil dünyayı yaratır. Dünyanın maddi yönleri Kara Su’dan, yaşam ve verimlilik taşıyan yönleri Yaşam Işığı’ndan oluşur. Yaratılış tamamlanınca Malka d Hşuka, Yaşam Işığı’nın kaçmaması için dünyanın çevresine kendi kötü çocukları olan yedi gezegen ile on iki burcu dizer; dünyayı Ptahil’in elinden alır ve cinler, şeytanlar gibi kötü varlıklarla doldurur.
Görüldüğü gibi Mandenler’in inancında dünyanın yaratıcısı Malka d Nhura değil, düşmüş bir Işık Varlığı olan Ptahil’dir ve gnostik yaklaşımda sık görülen “Demiurgos” rolünü üstlenmektedir.
Yarattığı dünyanın kötü güçlerin eline geçtiğini gören Ptahil, en azından dünyada kendisini simgeleyecek bir varlık bulunmasını arzular ve insanı yaratmayı planlar. Ancak kötü güçler yine işe karışırlar ve onu kandırmayı başarırlar; yaratılan sadece bedendir; yaşam öğesinden yoksun olduğu için cansızdır. Ptahil, bedene can vermek için türlü yolları dener ancak başarısız olur. Bunun üzerine Malka d Nhura’ya kendisine yardım etmesi için yalvarır. Bu yakarışa yanıt olarak Işık Kralı, insanın ruhunu Işık Evreni’nden yeryüzüne indirir ve Manda d Hiia aracılığı ile cansız bedene yerleştirir. Bunun üzerine “Adem” ayağa kalkar.
Mandenler’e göre Adem ilk inanan kişidir. Işık Kralı insanı kötü varlıkların eline bırakmamış, ruhun bedene konuluşu ile birlikte, insanı eğitmesi için Manda d Hiia’yı görevlendirmiştir. İnsanı korumak üzere “Hibil”, “Şitil” ve “Anuş” adlarında üç muhafız yollamıştır. Böylece yaratılan ilk insan Işık Kralı’na bağlanmıştır. Ayrıca Adem’in yeryüzünde yalnız kalmaması için “Havva” yaratılmıştır. Adem ile Havva’nın evliliklerinden üç kız ve üç erkek kardeş doğmuş ve bunlar vasıtasıyla insanlık çoğalmıştır.
d) İnsan ve Kurtuluş Anlayışı
Mandenler’e göre insan madde ve ruhtan oluşan iki farklı öğeden meydana gelmiştir. Beden, madde olarak kötülük ve karanlığı, ruh ise iyilik ve aydınlığı simgeler. Beden, varlık olarak kötülüğe aittir. Oysa ruh, tanrısal Işık Evreni’nden gelerek bedene konulmuştur. Bedene yerleştirilen ruh bu durumdan hiç hoşnut değildir ve Işık Evreni’ne yeniden yükselmek istemektedir. Diğer yandan, yeryüzündeki kötü güçler ellerine düşen bu Işık Varlığı’nı kaçırmamak için çepeçevre kuşatarak, çeşitli dünya nimetleri ile hırs, şehvet, kıskançlık gibi duygularla bu dünyaya bağlamaya çalışmaktadırlar. Ruh, beden içinde bir tutsak yaşamı sürdürmektedir.
Manden inançlarına göre, kurtuluş yalnuzca ruh için geçerli olabilir, zira beden maddi dünyaya aittir. Ruhun kurtuluşu ise, bedenden ve dünyadan ayrılması ile olanaklıdır. Bu kurtuluş uğruna ruhun, doğru inanç ve ibadetlere bağlanması gereklidir. Ancak bu bile yetersiz kalabilir. Çünkü, Mandenler’e göre tek kurtuluş, “Tanrısal Bilgi”ye sahip olmakla gerçekleşir. Bu bilgi, kazanılan ya da öğrenilen bir bilgi değil, ancak verilen, bahşedilen bir bilgidir. İnsanın kurtuluş için yapması gereken, bu bilgiyi alabileceği uygun ortamı hazırlamaktır. Bu da inanç ve ibadetlerle olabilir. Tanrısal Bilgi’ye sahip olan ruh, maddi dünyadan temizlenerek tanrısal Işık Evreni’ne, yüce Işık Kralı’nın yanına yükselir.
İlk kurtuluş örneği Adem’in kişiliğinde gerçekleşmiştir. Yaratıldıktan sonra Adem, kötülükten uzak kalmış, Işık Kralı’na itaat etmiş ve kendi kurtuluşu için yakarmıştır. Böylece Adem’e Manda d Hiia aracılığı ile Tanrısal Bilgi iletilmiş, Adem’in ruhu Işık Evreni’ne yükselmiştir.
e) Kıyamet Anlayışı
Mandenler, Adem’in yaratılışından kıyamete kadar dünyanın 480.000 yıl süreceğini varsayarlar. Bu süre dörde ayrılır. Adem ile başlayan ilk dönem 216.000 yıl sürmüş ve sonunda insanlık kılıç ve hastalık tarafından yok edilmiştir. Yalnızca bir çift insan hayatta kalmıştır. İkinci dönem 156.000 yıl sürmüş ve insanlık bu kez ateş ile yok olmuş; yine bir çift insan kalmıştır. Bin yıl süren üçüncü dönem sonunda insanlık su ile yok edilmiş; sadece “Nuh” ve ailesi yaşamayı sürdürmüştür. İçinde bulunulan son dönem Nuh ile başlamış olup, kıyamete kadar 8.000 yıl sürecektir.
Dördüncü dönemin son 2.000 yılı, Kudüs’ün kurulması ile başlayan, kötülük ve savaşların giderek arttığı “Ahir Zaman”dır. Bu dönemde Mandenler’e yönelik şiddet ve baskılar yoğunlaşır; kıtlık, kuraklık, salgınlar ve doğal afetler artar. Kıyamete dair çeşitli işaretler görülür. Bu işaretlerin başlıcaları bir yıldızın okyanusa düşmesi, yedi denizin sularının kızarması; bu sulardan içenlerin kısır olması ve son olarak da büyük bir fırtınanın çıkmasıdır. Bu işaretlerden sonra “Praşai Siva” (Son Savaşçı) çıkacaktır. Bir anlamda “Mehdi” olan Praşai Siva döneminde tüm kötülükler son bulacak, savaşlar ve tüm doğal afetler kaybolacaktır. Bu dönem bir “Altın Çağ” olacaktır. Mehdi’nin egemenliği kıyamete kadar sürecektir.
Kıyamet günü, önce havanın zehirlenmesi ile tüm canlılar ölecek, sonra gezegenler ve burçlar yok olacaktır. Kıyametten sonra tüm ruhlar için genel hesap yapılacaktır. Ölen insanların ruhları yedi gezegenden geçerek Abatur’un terazisine ve oradan da Işık Evreni’ne yükselir. Ölen kişi eğer iyi ve inançlı bir kişiyse ruhu, gezegenleri hızla geçer ve Işık Evreni’ndeki “Mşunai Kuşta” adlı cennete ulaşır. Ölen kişi günahkarsa, onun ruhu gezegenlerde kalır ve işkencelere uğrar. Kıyamet günü, gezegenlerde tutulan ruhlar da Abatur’un terazisinden geçerek, günahlarının son cezasını çekmek üzere bir tür cehennem olan “Suf” Denizine atılacaklardır. Günahlarının cezasını tamamlayan ruhlar Işık Evreni’ne yükselecektir. Manden olmayanlar ise sonsuza kadar Suf Denizinde kalacaklardır.
f) İbadet
Mandenler’in yaşantısı dinsel kurallarla sıkı bir disiplin altına alınmıştır. Ruhun kurtuluşu için ibadet şarttır. Manden ibadetleri arasında en önemlisi vaftizdir. “Masbuta”, “Tamaşa” ve “Rişama” biçimlerinde üç çeşit vaftiz vardır. Tam vaftiz olan “Masbuta” bir din adamı gözetiminde akarsuya tümüyle dalıp çıkma biçiminde uygulanır ve haftada bir kez pazar günleri yapılması zorunludur. “Tamaşa” ise bir din adamı yardımı olmadan kişinin kendi başına akarsuya üç kez dalıp çıkması işlemidir ve ancak kavga, küfür etmek, yalan söylemek gibi dinsel bakımdan kirli sayılan eylemler sonrasında uygulanır. “Rişama” ise İslam’daki abdeste benzer biçimde uygulanan bir vaftiz türüdür. Vaftizin kesinlikle bir akarsuda yapılması gerekir. Mandenler, akarsuları Işık Evreni ile ilişkili görürler ve onları “Yaşam Suyu” diye adlandırırlar. Haftada en az bir kere uygulanan vaftizin dışında dinsel bayramlarda, evlilik, doğum, ölüm, yolculuk gibi durumlarda da vaftiz uygulamaktadırlar.
İbadetler arasında çeşitli nedenlerle düzenlenen törenler ve yemekler de önemli bir yer tutar. Ölüm sonrasında yapılan “Masiqta” adlı tören, ölen kişinin ruhunun Işık Evreni’ne hızla ulaşması için uygulanır. Bu törende din adamları tarafından hazırlanan özel yemekler, belirli ritüeller vasıtasıyla yenilir. Ölüm dışında, rahipliğe giriş töreni (inisiyasyon) ve tapınağın temizlenmesi gibi nedenlerle de ritüelik yemekler düzenlenir. Bu tür ayin yemeklerinden önce din adamları tarafından güvercin ve koç kurban edilmesi de sık görülen uygulamalardandır.
Üç kez gündüz ve iki kez gece olmak üzere günün belirli saatlerinde Işık Kralına dua ederler. Bu dualar yüzler kuzeye dönülerek gerçekleştirilir.
Yılın belirli günlerini uğursuz kabul ederler ve böyle günlerde iş yapmamaya, dışarı çıkmamaya özen gösterirler. Yılın belirli günlerinde de bayram yaparlar. En önemli bayramları, bir tür bahar bayramı olan, beş gün boyunca kutlanan “Panja” ya da “Parvania” bayramıdır.
Diğer gnostik geleneklerin aksine, Mandenler’de dünyadan elini eteğini çekerek bir inziva yaşamı sürmek biçiminde uygulamalara yer yoktur. Her ne kadar dünyanın kötü güçler tarafından yaratıldığına inansalar da evlilik, çocuk sahibi olma ya da iş kurma gibi olaylara çok önem verirler.
Mandenler tapınaklarına “Mandi” adını verirler. Tapınaklar, genellikle bir akarsu yakınında, kuzeye bakan, güney tarafında küçük bir kapısı olan, penceresiz, basık bir kulübeden ibarettir. Bu yapının akarsuya bağlanan küçük bir vaftiz havuzu vardır. Tapınak içinde herhangi bir döşeme ya da süsleme bulunmaz, burada ibadet de yapılmaz. Mandi aslında Işık Evreni’nin küçük bir modeli, bir simgesi olarak düşünülür. Mandilere yalnızca din adamları girebilir. Onlar da sadece belirli zamanlarda girerler. Bu bakımdan Mandinin bir tapınak olduğunu söylemek bile zordur; zira tapınaktan çok bir kült kulübesi niteliğindedir.
Toplumsal Yapı
Mandenler’de birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış toplumsal kastlar mevcut değildir. Bununla birlikte topluluk içinde dini törenleri yöneten bir din adamları grubu bulunur. Kuramsal olarak bedence sağlam, soyunda bir sapkınlık ya da dinden dönme olmayan herkes din adamı olabilir. Ancak uygulamada din adamlığı babadan oğula geçen bir meslek gibidir.
Din adamı olacak kişiler uzun bir süre bir başka din adamı gözetiminde adaylık ve öğrencilik dönemi geçirirler. Daha sonra düzenlenen bir inisiyasyon töreni ile din adamı olurlar. Din adamlığı dört dereceden oluşan bir hiyerarşik yapıya sahiptir. Yardımcı din adamlarına “Aşganda” adı verilir. Normal din adamlarına “Tarmida” denir. “Ganzibra” derecesi ise yöresel baş rahiplik düzeyidir. En üst dereceye “RişAma” adı verilir ve Manden topluluğunun önderi anlamına gelir.
Topluluğun tüm üyeleri kutsal elbise olan “Rasta”yı sürekli giymek zorundadır. Rasta, uzun beyaz bir elbisedir. Rasta’sız ölmek, ölüm sonrasında büyük cezalar getirecektir. Bu nedenle Mandenler, dış elbiselerinin altına daima Rasta’larını giyerler.
Din adamları, Rasta’ya ek olarak, bazı özel eşyalar da kullanırlar. Bunlar arasında en önemlisi sağ el küçük parmağında taşınan altın bir yüzüktür. Ayrıca zeytin dalından yapılmış bir asa, ağzı ve burnu kapatacak biçimde başa sarılan beyaz bir sarık ve saçları bağlamak için başa sarılan bir kurdele vardır. Yalnızca din adamlarının giyebildikleri bu nesneler, din adamının ölümünde kendisi ile birlikte gömülürler.
Topluluk üyeleri için bir dine kabul töreni yoktur. Manden bir aileden doğan herkes topluluğun doğal üyesi olarak kabul edilir. Manden anne ya da babadan doğmamış bir kimsenin topluluğa kabulu olanaksızdır.
Her topluluk üyesinin bir dünyalık adı, bir de gizli adı olmak üzere iki adı vardır. Gizli ad, doğumda din adamları tarafından yapılan astrolojik hesaplar sonucunda verilir. Bu gizli ad yalnızca topluluk üyeleri arasında ve dinsel törenlerde kullanılır.
Her üyenin topluluğun gizlilik ilkesine uyması en önemli görevidir. Manden dininin herhangi bir kuralı ya da öğretisini, Manden olmayanlara aktarmak en büyük günah olarak değerlendirilir.
Arkon Daraul, “Gizli Örgütler” (Secret Societies) adlı kitabında Mandenler’in inisiyasyon törenleri düzenlediklerini ve Masonluk’takilere benzer bazı ritüeller uyguladıklarını belirtmekle oldukça abartılı bir sonuca ulaşmaktadır. Ancak Mandenler’in öğretilerinin ezoterik niteliği yadsınamaz.
Kaynaklar:
Şinasi Gündüz, “Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi” kitabının“Gnostik Dinler” bölümü.
Şinasi Gündüz, "Mitoloji ile İnanç Arasında"
Şinasi Gündüz, "Sâbiîler, Son Gnostikler"
İslam Ansiklopedisi.
The Catholic Encyclopedia, "Nasoraeans" maddesi.
Encyclopedia Britannica, "Mandaeanism" maddesi.
Encyclopedia of the Orient, "Mandeans" maddesi.
Underground Streams, "The Johannites", http://home.fireplug.net/~rshand/streams/scripts/johannite.html
© 2004 hermetics.org
[Ana Sayfa ][Yazılar]